Prostat idrar kesesinin altında yerleşik olan ve idrar yapma sırasında idrar torbasından aşağı idrarı taşıyan kanal olan üretranın bir kısmını çevreleyen, ejakülasyon için gerekli olan sıvının bir kısmını sağlayan bir cinsiyet bezidir.
Prostat kestane büyüklüğünde bir bezdir. Yaklaşık olarak 20 yaşında kadar büyümeye devam ederek erişkin boyutuna ulaşır.40 yaşlarına kadar bu boyutta kalarak, bu yaşlardan itibaren tekrar büyümeye başlar.
ntvmsnbc
25 Mart 2008 Salı
Kolesterol ilaçları kanserojen mi?
Mevlut Durmuş’un konuyla ilgili yazısı statükoyu sarsacak. Yazının sonunda Serkan Yimsel ve Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın yorumları da var.
Doktorunuz kolesterol düşürücü ilaçların kansere yol açabileceği için sizi uyardı mı?
Dünyanın sayılı bilimsel dergilerinden Journal of the American College of Cardiology’de Alawi A. Alsheikh-Ali ve arkadaşları[1] tarafından yayınlanan bir makale, yıllardır tartışılan fakat kardiyoloji uzmanlarınca adeta yok sayılan bir konuyu yeniden gündeme getirdi: “Düşük kolesterol düzeylerinde kanser olguları neden artıyor?”.
Söz konusu sorunun arkasından ise sorulacak basit soru şudur: “ Kolesterolü düşük ya da ilaçlarla kolesterolü düşürülmek istenen insanlara söz konusu kanser riskinden söz ediliyor mu?” Elbette hayır… Kolesterolü düşük veya düşürülmek istenen insanlara bu riskten hiç söz edilmiyor!. ‘Kanser ve düşük kolesterol’ gibi bir risk faktörünü ciddiye almayan kardiyoloji uzmanları, statin (kolesterol düşürücü) türevi ilaçların yan etkilerini ise ‘aspirin’le karşılaştıracak kadar bilimden uzaklaşıyorlar.
Madalyonun diğer yüzünde ise onkoloji (kanser bilimi) alanında kolesterol düşürmek için kullanılan statinlerin, bazı kanser türlerinde olumlu etkileri bu alanda çalışan insanları heyecanlandırıyor, kanser hastalarında yaşam kalitesi artabiliyor. Fakat onkoloji (kanser) uzmanları ve kardiyoloji uzmanları biraraya gelip bu sorunu tartışmıyorlar. Yaşlılarda kan kolesterol düzeyi düştükçe ölüm oranları artıyor; fakat Türkiye'de bunu sorgulayabilen gerontoloji (yaşlanma bilimi) uzmanları ortada görünmüyor... Kolesterol üzerinde sayısız spekülasyon varken kimse ortada yok! Peki bu nasıl olabilir?
Ben ve benim gibi düşünenler çok söyledi, Sağlık Bakanlığı’nı uyardı. Gelecekte tekrar söyleyecekler. Bundan sonrasını bir yıl önce Şubat 2007’de yazılan bir kitaptan takip etmek daha yerinde olacaktır…
“…….İnsanları korkutup telaşlandıran ölüm olgusu ve kolesterol ile ilişkisi sanıldığı gibi tek parametredeki kolesterol yüksekliği ile hiçbir şekilde net olarak bağıntılı değildir. Fakat tedavi sırasında sizlere lipitler ve kolesterol öyle anlatılır ki; kolesterol ve lipitlerinizi düşürdüğünüzde daha fazla yaşayacağınız düşüncesi özel bir itinayla vurgulanmaya çalışılır.
Çeşitli ilaç şirketlerinin konuyla ilgili ürünlerine dayalı reklâm kampanyalarının desteklediği araştırmalar tekrar tekrar gündeme gelir.
Özellikle kolesterol düzeyini düşürmek için kullanılan ‘statin’[2] temelli haberler ilginç bir şekilde, adeta ışık hızında yayılma yeteneğine sahiptir (?). Haber anında bütün dünya ülkelerinin medyalarına aynı anda yansır ve yayınlanır. Örneğin: Kolesterolü düşüren statinlerin çeşitli kanser türlerine de iyi geldiği iddia edilir önce ve birkaç yıl boyunca kanser hastalarında bol miktarda statinler kullanılırlar. Haber yayınlandığında ilaç satışlarında kısa süreli bir artış meydana gelir ve kanser hastalığı ile gerçekten de ‘ölümüne’ boğuşmak zorunda kalan hastalar, doktorlar ve araştırmacılar hızla bu ilaçlara akın eder. Daha sonra yapılan araştırmalar statinlerle kanser arasında hiçbir ilişki olmadığı ve statinlerin kanser tedavisinde etkili olmadığını söylese[3] de, bu sırada geçen zaman başkaları lehine çalışır; ilaç şirketlerinin karlarını ikiye üçe katladığı dönemler yaşanır.
Fakat bunun yanında kolesterol seviyesini düşürmek için statin kökenli ilaçları kullananlarda istatistik olarak kanser vakalarının[4] çok fazla olmasıyla, kolesterol düşürücü ilaçların kanser yapıcı özelliklerini anlatan yazılara[5] medya, uzmanlar ve bazı araştırmacılar hiç ilgilenmezler. Bu bulgular çoğu zaman, tartışma bazında akademisyenler arasında kalır ve insanlara da ulaşamaz veya bilinçli olarak ulaştırılamaz!
‘Kolesterol düşürmek için statin kullanan insanlarda daha sık kanser hastalıkları görülebilir’ düşüncesine gelmeden önce, söz konusu kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinlerin bazı kanser hastalarında nasıl olup da iyi sonuçlar verebildiğini gösteren çeşitli araştırmalara [6] biraz değinmek gerekiyor. Statin ve kanser konusunda olumlu ya da olumsuz bir yığın araştırma, doğal olarak insanların kafalarını karıştırıyor.
Bu konuyu kavrayabilmek, konunun ilerleyen bölümlerindeki mantık zincirini oluşturmak ve pekiştirmek adına, konuyu ilk konular arasına almamız bu nedenle kaçınılmaz bir zorunluluk. Çünkü doğru düşünceler, sadece doğru düşüncelerin varlığında ortaya çıkmaz, yanlış bir düşüncenin neden yanlış olduğunu tamamıyla anlayabilirseniz, doğru düşünce kendi zihinlerinizde düşündüğünüzden çok daha iyi netleşecek, daha çabuk şekillenecektir. Yanlış bir düşüncenin, neden yanlış olduğunu kavrayabilmek, doğrulara ulaşmanın sadece farklı bir yoludur.
Aslında yapılmakta olan ‘kanser ve statinler’ araştırmalarının bizzat kendileri, neden sadece kolesterol düşürmek için bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini gösteren en iyi örneklerden biridir. Sadece kolesterolü düşürmek için hastalarına statin kullandıran bazı doktorlar, statin ve kanser araştırmalarını genellikle takip etmek istemezler. Neden mi?
Kolesterolü yüksek hastalara verilen statin temelli ilaçların, aynı zamanda kanser hastalarında da kullanıldığını size söylemiş olsalar, bu konuda neler düşünmeniz gerekir? Hayır bence bu durumu olumlu karşılamak, söz konusu düşünceyi bilim adına alkışlamak tamamen saçmalamaktır. Yani ‘ben statin kullanıyorum, artık hem kolesterolüm düşüyor hem de kanser riskini [7] azaltıyorum düşüncesi’ mantık sınırlarının oldukça dışında kalır. Bu durum statin temelli ilaçların gücünü değil, tam tersine güçsüzlüğünün işaretidir, kolesterolü yüksek hastalarda bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini göstermektedir. Nasıl mı?
Statinler bilindiği gibi kolesterol sentezinin (mevalonat) bir aşamada durmasını sağlayan ilaçlardır ve hücrenin temel steroid oluşumunu, kolesterol molekülünün oluşmasını teorik olarak hücre içinde engeller. Kolesterol ise en temelde hücre zarının vazgeçilmez temel yapısal bileşenidir. Şayet önceleri iddia edildiği gibi ‘statinler kansere iyi geliyor’ araştırmaları çok uzun süre devam etse, geri adım atılmasaydı ve gündemde kalmış olsaydı oldukça farklı sorunlar ortaya çıkardı.
Gelecek günlerde ‘bu ilaçlar kansere iyi geliyor’ şeklindeki yayınlar devam ederse mutlaka bazı sorular sorulmak zorundadır. Böyle bir durumda akla gelen ilk soru, statinlerin kanserli hücreler dışında kalan, sağlıklı hücrelerin yapısını nasıl etkilediğidir.
Öyle ya statin ve kanser araştırmaları yapılıyorsa, kanser olmayan sağlıklı hücrelere statinlerin etkisi daha da ciddi bir şekilde de sorgulanması gerekmez mi sizce? Bizce evet, kanserli hastalarda statinler kullanılacaksa, söz konusu ilaçların sağlıklı hücrelere ne yaptığı sorgulanacaktı! Bir ilaç kanseri engelliyorsa, aynı zamanda kanser de yapabilir miydi!...Kaldı ki kolesterolün masum olduğunu düşünen araştırmacılar uzun zamandan beri kolesterol düşürücü olarak statin türevlerini kullanan insanlar arasında kanser vakalarının arttığı üzerinde oldukça ısrarlıydılar ve ilginç olan onlar da elde ettikleri bulgularda son derece haklıydılar!
Düşük veya ilaçla düşürülen kolesterol düzeylerinde damar sertliği hastalığı bir an için bunların dışında tutulsa bile, kanser dâhil birçok hastalığın artabileceğini, değişik nedenlerle ölüm olaylarının (mortalite) arttığını gösteren sayısız bulgu da gerçek anlamda ‘statinleri seven’ araştırmacıları oldukça zor durumda [8] bırakıyordu. Fakat ısrarla kolesterolü yüksek olan hastalarına statin öneren bazı uzman ve doktorlar, bu konuyla pek ilgilenmek istemiyor ve tartışmaktan sürekli kaçıyorlardı.
Statin üreten bir ilaç fabrikanızın olduğunu düşünün şimdi: Statin kullanan, lipitleri ve kolesterolü yüksek sağlıklı bireyler mi size daha çok parasal getiri sağlar, yoksa kanser hastaları mı? Sizce hangi grubun sürekli olarak ilaç, özellikle statin kullanma potansiyeli daha yüksek? Ben olsam ilaç kullanma potansiyeli en yüksek olan hasta grubunu elde tutmaya çalışır, bu gruba daha çok yoğunlaşırdım ki, şu an onlar da bunu yapmaya çalışıyorlar. Kolesterolü yüksek olan hastalara oranla, kanser hastaları oldukça az bir grubu oluşturuyor, şayet statinler kanser ilacı olursa şirketlerin satışları ve gelirleri azalacak!
Statinler ve kanser araştırmaları, düşünüldüğü gibi gerçekten en azından kanserin bazı türleri için ‘doğru ise’, statin ilaçları kanseri hangi mekanizma ile etkileyebilirdi ki? Statinler sürekli bölünen kanserli hücrelerde DNA’ların oluşumunu bilindiği kadarıyla, direkt ve doğrudan etkilemiyordu!
Peki statinler kanser türlerinin en azından bazılarına iddia edildiği gibi gerçekten de etkiliyse ki, ben bazı gerekçelerle öyle olabileceğine inanıyorum, bu mekanizma bilimsel olarak nasıl açıklanabilirdi? Hücre içinde, bilindiği kadarıyla, statin türevi ilaçlar primer olarak sadece teoride steroid sentezini yani kolesterol molekülü oluşumunu etkileyebilirdi. Bu durumda da sürekli bölünen ve çoğalan kanserli hücrelerin, hücre zarındaki kolesterol oluşumu ve kolesterol kullanımı engellenirdi elbette! Başka türlü kontrolünü kaybetmiş hücre çoğalmasını (kanseri[9]) statin ilaçları nasıl durdurabilirdi?
Statin adı verilen ilaçlar; kanserli hücreleri öldürebiliyorsa, normal sağlıklı hücreleri de öldürüyor olabilir miydi? Elbette, bu bir sır değil! Bunu aslında bütün doktorlar biliyor…Bütün bu yapılan çalışmaların fantezi tarafına bakıldığında ise kafanızda çok farklı düşünceler ve yorumlar kendiliğinden beyninizde canlanır ki; bu konuda biraz yorum yapmaya bizimde hakkımızın olduğunu düşünüyorum.
‘Hem statinler kolesterol düşürmek için kullanıldığında kanser yapabilir, hem de statinler kanseri olan hastalarda, kanseri önler diyen araştırmacılar haklı olabilir ’ diyecek olursam, bana oldukça fazla kızacaksınız ve beni yalakalıkla veya ‘oportünist’ olmakla suçlayacaksınız. Ama kızmadan ve yargılamadan önce bir kez de olsa dinleyin lütfen!
Statin adı verilen kolesterol sentezini durduran ilaçları şayet organizmada bulunan sağlıklı olan hücreleri, dokuları ve organları etkilemeden, sadece bakteri zarına etkili birçok benzer antibiyotiklerde olduğu gibi, doğrudan kanserli hücrelere ve dokulara yönlendirebilecek olursanız, statin-kanser ilişkisi gerçekten hasta lehine olumlu ve mükemmel sonuçlar verebilecek şekilde gerçekleşebilir. Hayır, şaka yapmıyorum, bu konuda ciddiyim. Statinlerin kanserli doku ve hücrelere doğrudan yönlendirilebileceği teorik mekanizmalar üzerinde düşünülüp, pratik olarak uygulama imkânı bulunduğu zaman kanser hastaları adına statinlerden gerçekten olumlu sonuçlar bekleyebilirsiniz. Kanserli bir hücre sürekli çoğalıyorsa, hücre zarında ve hücre metabolizmasında da kolesterol molekülü olmak zorundaysa, kolesterol ve steroid sentezini sürekli bölünen (kanserli) hücrelerde durdurabilirseniz, kanserin gelişimini de teorik olarak durdurmuş olursunuz, bunu kavramak için mutlaka dahi olmaya gerek yok!
Bu durumda kanser hastalarının iyileşmesi olasılığı da dahil, hastanın en azından daha iyi bir durumda olması bu gün olmasa bile bir gün mutlaka sağlanabilecektir! Bence onkologlar (kanser bilimi uzmanları) bu konuda hemen çalışmaya başlamalı, fakat statinleri doğrudan kanserli doku ve hücrelere yönlendirecek mekanizmalar üzerinde düşünmeye başlamalıdırlar! Hayır amacım ukalalık yapmak değil, biraz konu üzerinde gerçekten düşünmenizi sağlamak!
Bütün kanser hastalarına ağız yoluyla (oral) tabletlerle statin vermek; tıpkı parmak ucu büyüklüğündeki ki bir tümör için bütün vücuda, bütün organizmaya radyoterapi[10] vermekle (ışınla tedavi) aynı anlamı taşır ve bundan sakınmakta gerçekten fayda var!?
Radyoterapi alanında çalışan gelişmiş laboratuarlar artık kanserli hastanın organındaki kanserli bölüme göre yapılandırılmış kalıplarla çalışmaya başladılar bile, bütün vücuda ışın vermiyorlar, bu daha güvenli.. Diğer türlü yapılan ışınla tedavi, bir bölgedeki hücreleri öldürerek (!) kanser hastalığını durdurup hastalığı tedavi ederken, radyoaktif ışınlar farklı bölgelerdeki hücre yapılarını bozarak yeni kanser odakları oluşturabilir! Günümüz doktorlarının hepsi bu durumu mutlaka bilir. Çünkü, radyasyonun kendisi hücre yapısını ve DNA’yı bozması nedeniyle zaten kanser yapıcı (kanserojen) özellik taşır. Kanserli doku ve hücrelere ışın (radyoterapi) verdiğinizde hücrenin gelişimini, bölünme ve çoğalmasını engelleyebilir; daha doğru deyimle kanserli hücre veya dokuları öldürebilirsiniz. Fakat sağlıklı hücrelere radyasyon, yani ışın verdiğinizde, kanserli hücreler ortaya çıkarırsınız!
Radyoterapi olayında gerçekleşen durumun benzer mekanizması, şaşırtıcı olsa da statinler için geçerli (?). Bu konuyu tartışmak bile gerçekten komik çünkü hemen her uzman ve doktor kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinlerin hücre öldürücü özelliğini zaten bilir, bilmek zorunda; ama bu durum hastalara nedense hiç söylenmez. ‘Size kolesterolünüzü düşürmek için verdiğim bu ilaç, aynı zamanda, hücre öldürücüdür (sitotoksik) kanser ilacı olabilir ve bu sizi kanserden de koruyabilir’ düşüncesi, gerçekten komik olur, hiç kimse gülmese de, ben bu duruma -lütfen kimse alınmasın kahkahalarla- gülerim…
Peki statin türevi ilaçlar hücre çekirdeğinin bölünmesine etki ederek söz konusu kanserli hücreleri öldürebiliyorsa ki, bunu da mutlaka savunanlar olacaktır, böyle bir durum kanserli hastalar lehinde çok olumlu bir durum gibi görünüyor olsa da; kanseri olmayan sadece kolesterolünü düşürmek isteyen hastalar için durum gerçektende çok daha vahim boyutlarda olacaktır. Sadece kolesterol düzeyini düşürmek için ilaç kullananlar insanlar adına, hep birlikte umalım ki, statin türevi ilaçların DNA ve genetik mekanizmalar üzerinde birincil etkileri olmasın, etki mekanizması sadece steroid ve kolesterol sentezini durdurmakla sınırlı olsun!
Kolesterolü yüksek olduğu için statin kullanan insanlarda kanser vakalarında artış olur mu?
Söz konusu statinlerin, yeni kanser odakları da ortaya çıkabileceği olasılığının en iyi göstergesi, yapılan statin ve kanser araştırmalarının bizzat kendisidir demiştik, bizce başka ve ayrıca bir kanıt ve tartışma gerektirmez! Yine de açıklamaya çalışalım.
Kolesterol düzeyi statin ilaçlarının etkisiyle azalınca sağlıklı olacağını düşünen insanlar, sanıldığının tam tersine yepyeni kanser odaklarına istatistiksel olarak sahip olabilirler[11], kendi sağlık durumlarını olduğundan daha trajik bir hale getirebilirler, bunu iddia eden araştırmacılar da vardır.
Kolesterolü bu ilaçlarla düşürülmüş bireylerde daha sık kanser vakaları görülebildiğini iddia eden Uffe Ravnskov gibi bazı araştırmacıların olmasının temel mantığını okuyucu olarak kavrayabildiniz değil mi?
Söz konusu durumun ve sağlıklı fakat sadece kolesterolünü düşürmek için bazı mantarlarda izole edilmiş statin türevi ilaçları kullanan kişilerde ne anlama geldiğine isterseniz okuyucu olarak bu aşamada sizler karar verin! Hala kolesterol yüksekliği için statin kullanmakta kararlıysanız ve bu konuda ısrar ediyorsanız bu aşamadan, yani bu satırları okuduktan sonra yapacağınız seçimler tamamen sizin kendi tercihinizdir.
Statin ve kanser araştırmalarına bazı kardiyoloji ve dahiliye uzmanlarının kulakları tıkayıp, kolesterolü yüksek olan insanlara statin verilmesi ve söz konusu ilaçların yan etkilerine hala küçümseyerek bakması, işte bu nedenle hiç de (en azından kendi adıma) hoş karşılayamadığım, affedilmesi zor bir durumdur.
İşte sizler için ortaya koyduğumuz yeni düşünce, değişik bir bakışla iki farklı paradoks! İki farklı paradigma! İstediğinizi seçmekte ve düşünmekte okuyucu olarak tamamen özgürsünüz!Unutmayın bu kitap bir manifesto, kabul veya reddetmek sizin sadece ve sadece kendinizi ilgilendiriyor. Bazen ne düşündüğünüz değil, nasıl düşündüğünüz gerçekten önemlidir!
Özellikle günümüzde kolesterol konusunda yapılan araştırmaların çoğu birbirine yakın-benzer görüşlere odaklıdır. Farklı düşünmeniz, farklı düşünseniz bile bunu bilimsel bir platformda dile getirmeniz çeşitli nedenlerden dolayı zor, hatta imkânsızdır. Birçok kurumu, kuruluşu, şirketi ve birçok konusunda uzman sayılan kişiyi zorunlu olarak karşınıza almanız gerekir.
Siz ayırım yapmadan bir genel olarak uygulamadaki yanlış gördüğünüz bir durumu bilimsel olarak teori temelinde eleştirmeye çalışıyorsunuzdur, fakat söz konusu uygulamaları yapanlar, çoğunlukla sizin sunduğunuz verileri değerlendirmeyi düşünmek yerine: kendilerinin eleştirildiğini noktaları ısrarla ön plana taşır.
Olayı tamamen kişiselleştirir ve söylemeye çalıştığınız her şeyi bireysel anlamda kendilerine, mesleklerine saldırı olarak algılar, hemen savunmaya geçerler:’…biz yanlış yapmıyoruz. Sen yanlış düşünüyorsun! Sen kendini ne sanıyorsun vs vs’ uzar gider tartışma, yeni düşünceler üretmek yerine, bir şeyler söyleyip birilerine bağırınca tuhaf bir şekilde tatmin olurlar. Bilim açısından sizin söylediklerinizin çoğu sadece bu nedenle kişilikler, hırslar ve tutkular ön plana taşınmak istendiği için asla dikkate alınmaz. Bu nedenle okuyucu olarak içiniz rahat olsun, bu konuda bilimsel çalışmalar büyük bir ihtimalle yapılmayacak.
Başka nedenler de var. Bu çalışmaları yapmak için her şeyden önce, deneylerde kullanacağınız statin türevi için, ‘patent yasası’ gereği söz konusu ilaç fabrikasından, araştırma yapmak isteyenler yazılı bir izin almak zorundalar. İlacın aleyhine çıkacak bilimsel sonuçlar ise, ilaç fabrikası sizinle anlaşma yapmış ve araştırmanıza destek vermişse, hiçbir zaman bilimsel bir dergide (patent yasası nedeniyle) yayınlanamaz…
Örneğin konuyla ilgili hiçbir uzman statin ilaçlarını direkt olarak kanserli doku örneklerine vererek, bu paradoksal durumu (sitolojik) hücre kültürlerinde test etmek araştırmak istemez çünkü muhtemelen bu teorik deney çok önceden statin üreten çeşitli ilaç şirketleri tarafından araştırılmış fakat sonuçları yaygın bir şekilde insanlara ve doktorlara açıklanmamıştır. Yapılan araştırmalar da başka bir zaman yayınlanmak üzere yüksek bir rafa kaldırılmıştır.
Bu ilaç şirketlerinin kasalarında, ilerleyen bir zamandaki ‘kanser ilacı olacak’ notuyla birlikte bu çalışmalar bir köşeye mutlaka ayrılmış olmalıdır. Yeri ve zamanı geldiğinde, yani kolesterol düşürmek için statin kullanımı bittiğinde, söz konusu kanser çalışmalar bütün bilimsel dergilerde tek tek yayınlanacak, kolesterol düşürmek için olmasa da, statinler kanser hastaları için mutlaka kullanılacaktır.
Hala statinlerle yüksek kolesterolünüzü düşürmek istiyor musunuz? Kolesterolün düşük ve normal olması sizler için gerçekten iyi mi?
Damar sertliği, kalp krizi gibi hastalıklarla ilişkilendirilen yüksek kolesterolün, hastalıklardan bağımsız ölüm oranlarıyla karşılaştırılmasının defalarca yapıldığını söylersek, bu durumda okuyucu olarak nasıl bir sonuç bekleyebilirsiniz?
Bu konudaki, yani ‘yüksek kolesterol düzeyi’ ve ‘ölümler’ konusundaki bazı gerçekler ve bazı araştırmalar, tartışmalı olsa da, sizin düşündüğünüzden oldukça farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. İşin uzmanlarının çoğu, kolesterol yüksekliği ve uzun yaşam ilişkisindeki kafa karıştıran araştırmaları bildiği halde dikkate almamayı, üstelik bir de size haber vermemeyi tercih etmektedir.
En azından kolesterol düşürücü ilaç alacağınız zaman, kendinize bir iyilik yapın, bir bilgisayar bulun ve internet arama motoruna sadece iki sihirli kelime girin; ‘cancer, statin’. Statin almadan önce, yazılanlar üzerinde bir kez daha, ama mutlaka kendiniz düşünün! Düşük kolesterol ya da ilaçla kolesterol düzeyini düşürmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum, çünkü kolesterol düzeyleri düştükçe ölüm olayları artıyor! Evet yanlış duymadınız! Artıyor…Artacak….”[12]
Kaynaklar ve notlar [1] Alsheikh-Ali AA, Maddukuri, Han H, Karas RH. Effect of the Magnitude of Lipid Lowering on Risk of Elevated Liver Enzymes, Rhabdomyolysis and Cancer. J Am Coll Cardiol, 2007; 50:409-418, doi:10.1016/j.jacc.2007.02.073[2] 3-hydroxy-3-methyglutaryl COA reduktaz adlı kolesterol sentezinde görevli bir enzimin çalışmasını durdurur.[3] Dale KM, Coleman CI, Henyan NN, Kluger J, White CM.(2006). Statins and cancer risk: a meta-analysis. JAMA. 2006 Jan 4;295(1):74-80.(PubMed)[4] Ravnskov U. (2003). Statins increase the risk of cancer among the elderly. [Article in Swedish]. Lakartidningen. 2003 Mar 13;100(11):974. (and The Cholesterol Mits).[5] Newman TB, Hulley SB. (1996). Carcinogenicity of lipid-lowering drugs. JAMA. 1996 Jan 3;275(1):55-60.(Pub Med. Abs)[6] Michael J. Campbell et all (2006). Breast Cancer Growth Prevention by Statins. Cancer Research 66, 8707-8714, September 1, 2006[7] Hawk, E., Viner, J. L. (2005). Statins and Cancer -- Beyond the "One Drug, One Disease" Model. NEJM 352: 2238-2239[8] Carlos Iribarren et al (1995). Low Serum Cholesterol and Mortality. Which Is the Cause and Which Is the Effect. Circulation. 1995;92:2396-2403[9] Kelvin K. W. Chan et al (2003). The Statins as Anticancer Agents. Clinical Cancer Research Vol. 9, 10-19, January 2003[10] Kanserli hücreye ışın verdiğinizde onun gelişimini engelleyebilirsiniz. Aynı şey statinler içinde geçerli (?) Bu konuyu tartışmak bile gerçekten komik.[11] Anne Fagot-Campagna et al (1997). Serum Cholesterol and Mortality Rates in a Native American Population With Low Cholesterol Concentrations. Circulation. 1997;96:1408-1415[12] Mevlüt Durmuş (2007). Manifesto: Çarmıha gerilen molekül ve modern bilimin kolesterol masalları. Platin Yayınları. Şubat. Ankara. ISBN 978-9944-137-07-2
Mevlüt Durmuş
Kolesterol düzeyi aşağı çekildiğinde ölüm oranı azalır mı?
Prof. Dr. Uffe Ravnskov hayatını kolesterol ile ilgili yapılan çalışmalara adamış ve hiçbir ilaç firması ve kardiyoloji derneği ile ilişkisi olmayan bir bilim adamıdır. Ravnskov’un toplam 26 kontrollü araştırmadan derlediği metaanaliz sonuçlara göre; LDL kolesterolünü ilaçla düşüren tedavilerde ölümcül olmayan kalp krizi vakalarında yüzde 0.3’lük bir düşme sağlanabilmesine rağmen, ölümcül kalp krizlerinde hiçbir değişiklik olmamış, hatta toplam ölümlerde artış dahi gözlemlenmiştir.
Uffe Ravnskov’un dikkati özellikle çektiği bir konu daha var. Statinli ilaçların kullanılarak LDL kolesterol düzeyinin aşağı çekildiği bütün araştırmalarda, koroner hastalığı önleme başarı oranı, LDL düzeyindeki azalma oranından tamamen bağımsız kalmıştır. Eğer LDL düzeyi gerçekten de kalp hastalıklarının belirgin bir risk faktörü ise, nasıl olur da bu “kötü huylu” değerin bir kaç miligram düşürülmesi ile, 50-60 miligram düşürülmesi arasında belirgin bir fark olamaz?
Buradan da açıkça anlaşılabileceği gibi statin ilaçlarının koroner hastalıkların riskini düşürme mekanizması, kolesterol mekanizmasına değil, başka mekanizmalara bağlıdır. Bunu açıkladıktan sonra doktor Ravsnkov statin ilaçlarını ancak ve ancak koroner riski çok yüksek olan hastaların (4-5 senelik ömür verilen) kullanmasını önermektedir.
Kolesterol ilaçlarının koroner hastalıkları önlemedeki başarısızlığına bir diğer örnek, Journal of American Medical Association (JAMA) Aralık 18, 2002 tarihli araştırmadır. Yaklaşık on bin kişinin gözleme alındığı bu araştırmada, LDL değeri %28 oranında ve total kolesterol değeri %17 oranında düşmesine rağmen, kontrol gurubuyla karşılaştırıldığında gerek genel ölüm oranları, gerekse kardiyovaskuler ölüm oranları arasında hiçbir fark bulunamamıştır. Ayni şekilde Ağustos 2003 tarihli American Journal of Cardiology araştırmasında da görüldüğü gibi statin ilaçları vasıtasıyla LDL kolesterolünün düşürülmesi, damar içerisindeki plakaların oluşma hızını etkilememiştir. Öyle ki statinli bütün gruplarda damar içerisi plak oluşumu ortalama % 9.2 oranında artmıştır!
Statin grubu kolesterol ilaçları güvenli ve yan etki oranı düşük müdür?Vücudun doğal olarak ürettiği herhangi bir maddenin üretimini değiştirecek bir ilacın güvenliği tartışılırken, önce bu maddenin vücutta aldığı bütün görevler göz önüne alınmalıdır. Ne yazık ki modern tıp ve birçok doktor, kolesterolü tanımıyor. Dehşetle korktuğumuz ve miktarını kontrol altına almaya çalıştığımız bu maddenin:
a-) Hücre zarı akışkanlığını ve geçirgenliğini kontrol ederek hücre metabolizmasında çok önemli bir rol oynadığını,b-) Vücudun genel onarıcı malzemesi olduğunu ve bu nedenle hem zarar gören damarlarda hem de bütün yaralı dokularda bolca kolesterol bulunduğunu,c-) Mineral metabolizması dahil birçok önemli fonksiyona katılan D-vitaminin öncü maddesi olduğunud-) Güçlü bir antioksidan olduğunu ve kanser ile diğer immun hastalıklarıyla mücadele ettiğinie-) Düzgün nörolojik fonksiyonlar için gerekli olduğunu, özellikle hafızanın gelişmesi ve serotonin beyin kimyasalının yükselmesinde kilit rol oynadığını,f-) Adrenal hormonlar dahil bütün hormonların yapımında kullanıldığını ve bu nedenle bahsi gecen hormonların görev aldığı bütün metabolik işlemleri (kan sekeri ayarlamasından tutun, kemik mineralizasyonuna kadar) dolaylı yollardan etkileyebileceğini BİLEN ÇOK AZ AYDIN VAR!
Bu bilgilerin ışığında simdi kolesterolün vücuttaki sentezinin statin ilaçlarıyla etkilenmesi olayının güvenilirliği ve güvensizliği daha iyi tartışılabilir. Mantıklı düşünen bir birey, vücutta bu kadar görevi bulunan bir doğal maddenin oluşumunun engellenmesi durumunda nasıl bu fonksiyonların; en azından bir kısmının etkilenebileceğini görecektir. Nitekim aşağıda bu düşünceyi doğrulayan araştırmalar mevcuttur:
Statin ilaçlarının tehlikeleri arasında ilk sırayı, Co-Q10 enziminin bloke edilmesi almaktadır. Çünkü bu ilaçlar kolesterol sentezini önlerken; ATP üretimi, kas elastini ve kas kolajeni yapımı gibi fonksiyonları bulunan Co-Q10 enzimini de bloke etmektedirler. Nitekim Kaliforniya’da San Diego’da doktor Beatrice Golomb, Lipitor’un kullanıldığı deneye katılan hastaların %98’inde kas ağrıları ve kramplar gözlemlenmiştir. (Elanor Laise. The Lipitor Dilemma, Smart Money: The Wall Street Journal Magazine of Personal Business, Kasim 2003)
Avusturya’da ailevi kolesterol yüksekliği bulunan 22 atletten sadece 6’si statin tedavisine devam edebilmiştir. Gerisi kas ağrılarına dayanamamıştır. (Sinzinger H, O’Grady j. Clın Pharmacol. 2004 Apr;57(4):525-8)
Danimarka’da 500 bin bireyi inceleyen araştırmacılar, statin kullanan hastalarda polinoropati denilen ve ellerle ayaklarda karıncalanma ile ağrılara, yürüme aksaklıklarına vb. nörolojik bozukluklara neden olan bir hastalığın görülme olasılığının arttığını bulmuşlardır. Öyle ki statinleri 1 yıl kullanan hastalarda risk %15 iken, bu sure 2 yıla çıktığında risk %26’ya fırlamıştır. (Gaist D ve digerleri. Neurology 2002 Mayıs 14;58(9): 1321-2)
Yine Co-Q10 enzimindeki yetersizliğe bağlı olarak kardiyolog Peter Langsjoen incelediği 20 hastasında 6 aylık düşük doz Lipitor tedavisinden sonra her 3 hastasından 2’sinde kalbin dolum evresinde aksaklıklar olduğunu gözlemlemiştir. Öyle ki kalp yetmezliği bulunan hastaların kolesterol değerlerindeki her bir birim düşme, gelecek 3 sene içerisindeki olum riskini %36 oranında arttırmıştır. (Clark AL ve digerleri. J Am Coll Cardiol 2003;42: 1933-1943)
Boston’da Trufts Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada statin ilaçları, vaskuler endothelial büyüme faktörü (VEGF) mekanizmasını taklit eder şekilde hastalarda yeni kan damarı büyümelerine neden olmuştur. Doktor Michael Simons, bunun çok da iyi bir gelişme olmadığını, yeni damar oluşumlarının tümör oluşumlarını da hızlandırabileceğini notlarına eklemiştir. Nitekim Journal of the American Medical Association (JAMA) 3 Ocak 1996’daki bir araştırmada, Dr. Simons’un sözlerini doğrularcasına statin ilaçlarının birçok laboratuar hayvanında kanser oluşumlarına sebebiyet verdiğini duyurmuştur.İsviçre’de yapılan bir başka araştırmada, aralarında Lipitor’un da bulunduğu üç statin ilacının denenmesi sonucu hastaların yardımcı T-hücrelerinde azalma meydana gelmiştir. Bir başka deyişle statin ilaçları, hastaların immun sistemini bastırmıştır. (Nature Medicine, 2000; 6:1311-1312, 1399-1402)
Pittsburgh Üniversitesi’nde Mevacor isimli ilacın denendiği bireylerde beyin fonksiyonları, özellikle dikkat ve reaksiyon hızı olumsuz yönde etkilenmiştir. Bunun anlamı, yasam kurtaran reflekslerin (örneğin bir araba kazasının oluşma riski) yavaşlamasıdır.Şimdiye kadar sözü gecen yan etkileri bir özetleyelim: Kas ağrıları, nörolojik fonksiyon bozuklukları, bağışıklık sistemi zayıflaması (AIDS), kalbin dolum fazı bozuklukları (KALP YETMEZLIGI) ve tümör riski (KANSER). Eğer bütün bu yan etkilere bakıp da hala statinlerin güvenli olduğu düşünülüyor ise, şunları unutmamak lazım: 1. Statin tedavilerinde hastaların %75’e yakını yan etkilere dayanamayarak ilk 3-8 ay içerisinde tedaviyi birakmaktadir. (Jay S. Cohen, MD, The Truth About Crestor)2. Şimdiye kadar statinlerin uzun vadede (10-20 sene gibi) nelere yol açacağına dair tek bir araştırma yoktur.Serkan Yimsel
Statinler kolesterolü düşürdükçe kanser olasılığı artmaktadır
Mevlut Durmuş’un bahsettiği ve Journal of the American College of Cardiology’de Alawi A. Alsheikh-Ali ve arkadaşları tarafından yayınlanan makale kolesterol düşüren ilaçların yan etkisini araştırıyor. Bu yazıda daha önce yayınlanmış statinler ile ilgili 23 çalışmanın meta analizi yapılmış. Bu meta analize göre statinler kolesterolü düşürdükçe kanser olasılığı artmaktadır.
Prof. Dr. Ahmet Aydın
www.iyibilgi.com
Doktorunuz kolesterol düşürücü ilaçların kansere yol açabileceği için sizi uyardı mı?
Dünyanın sayılı bilimsel dergilerinden Journal of the American College of Cardiology’de Alawi A. Alsheikh-Ali ve arkadaşları[1] tarafından yayınlanan bir makale, yıllardır tartışılan fakat kardiyoloji uzmanlarınca adeta yok sayılan bir konuyu yeniden gündeme getirdi: “Düşük kolesterol düzeylerinde kanser olguları neden artıyor?”.
Söz konusu sorunun arkasından ise sorulacak basit soru şudur: “ Kolesterolü düşük ya da ilaçlarla kolesterolü düşürülmek istenen insanlara söz konusu kanser riskinden söz ediliyor mu?” Elbette hayır… Kolesterolü düşük veya düşürülmek istenen insanlara bu riskten hiç söz edilmiyor!. ‘Kanser ve düşük kolesterol’ gibi bir risk faktörünü ciddiye almayan kardiyoloji uzmanları, statin (kolesterol düşürücü) türevi ilaçların yan etkilerini ise ‘aspirin’le karşılaştıracak kadar bilimden uzaklaşıyorlar.
Madalyonun diğer yüzünde ise onkoloji (kanser bilimi) alanında kolesterol düşürmek için kullanılan statinlerin, bazı kanser türlerinde olumlu etkileri bu alanda çalışan insanları heyecanlandırıyor, kanser hastalarında yaşam kalitesi artabiliyor. Fakat onkoloji (kanser) uzmanları ve kardiyoloji uzmanları biraraya gelip bu sorunu tartışmıyorlar. Yaşlılarda kan kolesterol düzeyi düştükçe ölüm oranları artıyor; fakat Türkiye'de bunu sorgulayabilen gerontoloji (yaşlanma bilimi) uzmanları ortada görünmüyor... Kolesterol üzerinde sayısız spekülasyon varken kimse ortada yok! Peki bu nasıl olabilir?
Ben ve benim gibi düşünenler çok söyledi, Sağlık Bakanlığı’nı uyardı. Gelecekte tekrar söyleyecekler. Bundan sonrasını bir yıl önce Şubat 2007’de yazılan bir kitaptan takip etmek daha yerinde olacaktır…
“…….İnsanları korkutup telaşlandıran ölüm olgusu ve kolesterol ile ilişkisi sanıldığı gibi tek parametredeki kolesterol yüksekliği ile hiçbir şekilde net olarak bağıntılı değildir. Fakat tedavi sırasında sizlere lipitler ve kolesterol öyle anlatılır ki; kolesterol ve lipitlerinizi düşürdüğünüzde daha fazla yaşayacağınız düşüncesi özel bir itinayla vurgulanmaya çalışılır.
Çeşitli ilaç şirketlerinin konuyla ilgili ürünlerine dayalı reklâm kampanyalarının desteklediği araştırmalar tekrar tekrar gündeme gelir.
Özellikle kolesterol düzeyini düşürmek için kullanılan ‘statin’[2] temelli haberler ilginç bir şekilde, adeta ışık hızında yayılma yeteneğine sahiptir (?). Haber anında bütün dünya ülkelerinin medyalarına aynı anda yansır ve yayınlanır. Örneğin: Kolesterolü düşüren statinlerin çeşitli kanser türlerine de iyi geldiği iddia edilir önce ve birkaç yıl boyunca kanser hastalarında bol miktarda statinler kullanılırlar. Haber yayınlandığında ilaç satışlarında kısa süreli bir artış meydana gelir ve kanser hastalığı ile gerçekten de ‘ölümüne’ boğuşmak zorunda kalan hastalar, doktorlar ve araştırmacılar hızla bu ilaçlara akın eder. Daha sonra yapılan araştırmalar statinlerle kanser arasında hiçbir ilişki olmadığı ve statinlerin kanser tedavisinde etkili olmadığını söylese[3] de, bu sırada geçen zaman başkaları lehine çalışır; ilaç şirketlerinin karlarını ikiye üçe katladığı dönemler yaşanır.
Fakat bunun yanında kolesterol seviyesini düşürmek için statin kökenli ilaçları kullananlarda istatistik olarak kanser vakalarının[4] çok fazla olmasıyla, kolesterol düşürücü ilaçların kanser yapıcı özelliklerini anlatan yazılara[5] medya, uzmanlar ve bazı araştırmacılar hiç ilgilenmezler. Bu bulgular çoğu zaman, tartışma bazında akademisyenler arasında kalır ve insanlara da ulaşamaz veya bilinçli olarak ulaştırılamaz!
‘Kolesterol düşürmek için statin kullanan insanlarda daha sık kanser hastalıkları görülebilir’ düşüncesine gelmeden önce, söz konusu kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinlerin bazı kanser hastalarında nasıl olup da iyi sonuçlar verebildiğini gösteren çeşitli araştırmalara [6] biraz değinmek gerekiyor. Statin ve kanser konusunda olumlu ya da olumsuz bir yığın araştırma, doğal olarak insanların kafalarını karıştırıyor.
Bu konuyu kavrayabilmek, konunun ilerleyen bölümlerindeki mantık zincirini oluşturmak ve pekiştirmek adına, konuyu ilk konular arasına almamız bu nedenle kaçınılmaz bir zorunluluk. Çünkü doğru düşünceler, sadece doğru düşüncelerin varlığında ortaya çıkmaz, yanlış bir düşüncenin neden yanlış olduğunu tamamıyla anlayabilirseniz, doğru düşünce kendi zihinlerinizde düşündüğünüzden çok daha iyi netleşecek, daha çabuk şekillenecektir. Yanlış bir düşüncenin, neden yanlış olduğunu kavrayabilmek, doğrulara ulaşmanın sadece farklı bir yoludur.
Aslında yapılmakta olan ‘kanser ve statinler’ araştırmalarının bizzat kendileri, neden sadece kolesterol düşürmek için bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini gösteren en iyi örneklerden biridir. Sadece kolesterolü düşürmek için hastalarına statin kullandıran bazı doktorlar, statin ve kanser araştırmalarını genellikle takip etmek istemezler. Neden mi?
Kolesterolü yüksek hastalara verilen statin temelli ilaçların, aynı zamanda kanser hastalarında da kullanıldığını size söylemiş olsalar, bu konuda neler düşünmeniz gerekir? Hayır bence bu durumu olumlu karşılamak, söz konusu düşünceyi bilim adına alkışlamak tamamen saçmalamaktır. Yani ‘ben statin kullanıyorum, artık hem kolesterolüm düşüyor hem de kanser riskini [7] azaltıyorum düşüncesi’ mantık sınırlarının oldukça dışında kalır. Bu durum statin temelli ilaçların gücünü değil, tam tersine güçsüzlüğünün işaretidir, kolesterolü yüksek hastalarda bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini göstermektedir. Nasıl mı?
Statinler bilindiği gibi kolesterol sentezinin (mevalonat) bir aşamada durmasını sağlayan ilaçlardır ve hücrenin temel steroid oluşumunu, kolesterol molekülünün oluşmasını teorik olarak hücre içinde engeller. Kolesterol ise en temelde hücre zarının vazgeçilmez temel yapısal bileşenidir. Şayet önceleri iddia edildiği gibi ‘statinler kansere iyi geliyor’ araştırmaları çok uzun süre devam etse, geri adım atılmasaydı ve gündemde kalmış olsaydı oldukça farklı sorunlar ortaya çıkardı.
Gelecek günlerde ‘bu ilaçlar kansere iyi geliyor’ şeklindeki yayınlar devam ederse mutlaka bazı sorular sorulmak zorundadır. Böyle bir durumda akla gelen ilk soru, statinlerin kanserli hücreler dışında kalan, sağlıklı hücrelerin yapısını nasıl etkilediğidir.
Öyle ya statin ve kanser araştırmaları yapılıyorsa, kanser olmayan sağlıklı hücrelere statinlerin etkisi daha da ciddi bir şekilde de sorgulanması gerekmez mi sizce? Bizce evet, kanserli hastalarda statinler kullanılacaksa, söz konusu ilaçların sağlıklı hücrelere ne yaptığı sorgulanacaktı! Bir ilaç kanseri engelliyorsa, aynı zamanda kanser de yapabilir miydi!...Kaldı ki kolesterolün masum olduğunu düşünen araştırmacılar uzun zamandan beri kolesterol düşürücü olarak statin türevlerini kullanan insanlar arasında kanser vakalarının arttığı üzerinde oldukça ısrarlıydılar ve ilginç olan onlar da elde ettikleri bulgularda son derece haklıydılar!
Düşük veya ilaçla düşürülen kolesterol düzeylerinde damar sertliği hastalığı bir an için bunların dışında tutulsa bile, kanser dâhil birçok hastalığın artabileceğini, değişik nedenlerle ölüm olaylarının (mortalite) arttığını gösteren sayısız bulgu da gerçek anlamda ‘statinleri seven’ araştırmacıları oldukça zor durumda [8] bırakıyordu. Fakat ısrarla kolesterolü yüksek olan hastalarına statin öneren bazı uzman ve doktorlar, bu konuyla pek ilgilenmek istemiyor ve tartışmaktan sürekli kaçıyorlardı.
Statin üreten bir ilaç fabrikanızın olduğunu düşünün şimdi: Statin kullanan, lipitleri ve kolesterolü yüksek sağlıklı bireyler mi size daha çok parasal getiri sağlar, yoksa kanser hastaları mı? Sizce hangi grubun sürekli olarak ilaç, özellikle statin kullanma potansiyeli daha yüksek? Ben olsam ilaç kullanma potansiyeli en yüksek olan hasta grubunu elde tutmaya çalışır, bu gruba daha çok yoğunlaşırdım ki, şu an onlar da bunu yapmaya çalışıyorlar. Kolesterolü yüksek olan hastalara oranla, kanser hastaları oldukça az bir grubu oluşturuyor, şayet statinler kanser ilacı olursa şirketlerin satışları ve gelirleri azalacak!
Statinler ve kanser araştırmaları, düşünüldüğü gibi gerçekten en azından kanserin bazı türleri için ‘doğru ise’, statin ilaçları kanseri hangi mekanizma ile etkileyebilirdi ki? Statinler sürekli bölünen kanserli hücrelerde DNA’ların oluşumunu bilindiği kadarıyla, direkt ve doğrudan etkilemiyordu!
Peki statinler kanser türlerinin en azından bazılarına iddia edildiği gibi gerçekten de etkiliyse ki, ben bazı gerekçelerle öyle olabileceğine inanıyorum, bu mekanizma bilimsel olarak nasıl açıklanabilirdi? Hücre içinde, bilindiği kadarıyla, statin türevi ilaçlar primer olarak sadece teoride steroid sentezini yani kolesterol molekülü oluşumunu etkileyebilirdi. Bu durumda da sürekli bölünen ve çoğalan kanserli hücrelerin, hücre zarındaki kolesterol oluşumu ve kolesterol kullanımı engellenirdi elbette! Başka türlü kontrolünü kaybetmiş hücre çoğalmasını (kanseri[9]) statin ilaçları nasıl durdurabilirdi?
Statin adı verilen ilaçlar; kanserli hücreleri öldürebiliyorsa, normal sağlıklı hücreleri de öldürüyor olabilir miydi? Elbette, bu bir sır değil! Bunu aslında bütün doktorlar biliyor…Bütün bu yapılan çalışmaların fantezi tarafına bakıldığında ise kafanızda çok farklı düşünceler ve yorumlar kendiliğinden beyninizde canlanır ki; bu konuda biraz yorum yapmaya bizimde hakkımızın olduğunu düşünüyorum.
‘Hem statinler kolesterol düşürmek için kullanıldığında kanser yapabilir, hem de statinler kanseri olan hastalarda, kanseri önler diyen araştırmacılar haklı olabilir ’ diyecek olursam, bana oldukça fazla kızacaksınız ve beni yalakalıkla veya ‘oportünist’ olmakla suçlayacaksınız. Ama kızmadan ve yargılamadan önce bir kez de olsa dinleyin lütfen!
Statin adı verilen kolesterol sentezini durduran ilaçları şayet organizmada bulunan sağlıklı olan hücreleri, dokuları ve organları etkilemeden, sadece bakteri zarına etkili birçok benzer antibiyotiklerde olduğu gibi, doğrudan kanserli hücrelere ve dokulara yönlendirebilecek olursanız, statin-kanser ilişkisi gerçekten hasta lehine olumlu ve mükemmel sonuçlar verebilecek şekilde gerçekleşebilir. Hayır, şaka yapmıyorum, bu konuda ciddiyim. Statinlerin kanserli doku ve hücrelere doğrudan yönlendirilebileceği teorik mekanizmalar üzerinde düşünülüp, pratik olarak uygulama imkânı bulunduğu zaman kanser hastaları adına statinlerden gerçekten olumlu sonuçlar bekleyebilirsiniz. Kanserli bir hücre sürekli çoğalıyorsa, hücre zarında ve hücre metabolizmasında da kolesterol molekülü olmak zorundaysa, kolesterol ve steroid sentezini sürekli bölünen (kanserli) hücrelerde durdurabilirseniz, kanserin gelişimini de teorik olarak durdurmuş olursunuz, bunu kavramak için mutlaka dahi olmaya gerek yok!
Bu durumda kanser hastalarının iyileşmesi olasılığı da dahil, hastanın en azından daha iyi bir durumda olması bu gün olmasa bile bir gün mutlaka sağlanabilecektir! Bence onkologlar (kanser bilimi uzmanları) bu konuda hemen çalışmaya başlamalı, fakat statinleri doğrudan kanserli doku ve hücrelere yönlendirecek mekanizmalar üzerinde düşünmeye başlamalıdırlar! Hayır amacım ukalalık yapmak değil, biraz konu üzerinde gerçekten düşünmenizi sağlamak!
Bütün kanser hastalarına ağız yoluyla (oral) tabletlerle statin vermek; tıpkı parmak ucu büyüklüğündeki ki bir tümör için bütün vücuda, bütün organizmaya radyoterapi[10] vermekle (ışınla tedavi) aynı anlamı taşır ve bundan sakınmakta gerçekten fayda var!?
Radyoterapi alanında çalışan gelişmiş laboratuarlar artık kanserli hastanın organındaki kanserli bölüme göre yapılandırılmış kalıplarla çalışmaya başladılar bile, bütün vücuda ışın vermiyorlar, bu daha güvenli.. Diğer türlü yapılan ışınla tedavi, bir bölgedeki hücreleri öldürerek (!) kanser hastalığını durdurup hastalığı tedavi ederken, radyoaktif ışınlar farklı bölgelerdeki hücre yapılarını bozarak yeni kanser odakları oluşturabilir! Günümüz doktorlarının hepsi bu durumu mutlaka bilir. Çünkü, radyasyonun kendisi hücre yapısını ve DNA’yı bozması nedeniyle zaten kanser yapıcı (kanserojen) özellik taşır. Kanserli doku ve hücrelere ışın (radyoterapi) verdiğinizde hücrenin gelişimini, bölünme ve çoğalmasını engelleyebilir; daha doğru deyimle kanserli hücre veya dokuları öldürebilirsiniz. Fakat sağlıklı hücrelere radyasyon, yani ışın verdiğinizde, kanserli hücreler ortaya çıkarırsınız!
Radyoterapi olayında gerçekleşen durumun benzer mekanizması, şaşırtıcı olsa da statinler için geçerli (?). Bu konuyu tartışmak bile gerçekten komik çünkü hemen her uzman ve doktor kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinlerin hücre öldürücü özelliğini zaten bilir, bilmek zorunda; ama bu durum hastalara nedense hiç söylenmez. ‘Size kolesterolünüzü düşürmek için verdiğim bu ilaç, aynı zamanda, hücre öldürücüdür (sitotoksik) kanser ilacı olabilir ve bu sizi kanserden de koruyabilir’ düşüncesi, gerçekten komik olur, hiç kimse gülmese de, ben bu duruma -lütfen kimse alınmasın kahkahalarla- gülerim…
Peki statin türevi ilaçlar hücre çekirdeğinin bölünmesine etki ederek söz konusu kanserli hücreleri öldürebiliyorsa ki, bunu da mutlaka savunanlar olacaktır, böyle bir durum kanserli hastalar lehinde çok olumlu bir durum gibi görünüyor olsa da; kanseri olmayan sadece kolesterolünü düşürmek isteyen hastalar için durum gerçektende çok daha vahim boyutlarda olacaktır. Sadece kolesterol düzeyini düşürmek için ilaç kullananlar insanlar adına, hep birlikte umalım ki, statin türevi ilaçların DNA ve genetik mekanizmalar üzerinde birincil etkileri olmasın, etki mekanizması sadece steroid ve kolesterol sentezini durdurmakla sınırlı olsun!
Kolesterolü yüksek olduğu için statin kullanan insanlarda kanser vakalarında artış olur mu?
Söz konusu statinlerin, yeni kanser odakları da ortaya çıkabileceği olasılığının en iyi göstergesi, yapılan statin ve kanser araştırmalarının bizzat kendisidir demiştik, bizce başka ve ayrıca bir kanıt ve tartışma gerektirmez! Yine de açıklamaya çalışalım.
Kolesterol düzeyi statin ilaçlarının etkisiyle azalınca sağlıklı olacağını düşünen insanlar, sanıldığının tam tersine yepyeni kanser odaklarına istatistiksel olarak sahip olabilirler[11], kendi sağlık durumlarını olduğundan daha trajik bir hale getirebilirler, bunu iddia eden araştırmacılar da vardır.
Kolesterolü bu ilaçlarla düşürülmüş bireylerde daha sık kanser vakaları görülebildiğini iddia eden Uffe Ravnskov gibi bazı araştırmacıların olmasının temel mantığını okuyucu olarak kavrayabildiniz değil mi?
Söz konusu durumun ve sağlıklı fakat sadece kolesterolünü düşürmek için bazı mantarlarda izole edilmiş statin türevi ilaçları kullanan kişilerde ne anlama geldiğine isterseniz okuyucu olarak bu aşamada sizler karar verin! Hala kolesterol yüksekliği için statin kullanmakta kararlıysanız ve bu konuda ısrar ediyorsanız bu aşamadan, yani bu satırları okuduktan sonra yapacağınız seçimler tamamen sizin kendi tercihinizdir.
Statin ve kanser araştırmalarına bazı kardiyoloji ve dahiliye uzmanlarının kulakları tıkayıp, kolesterolü yüksek olan insanlara statin verilmesi ve söz konusu ilaçların yan etkilerine hala küçümseyerek bakması, işte bu nedenle hiç de (en azından kendi adıma) hoş karşılayamadığım, affedilmesi zor bir durumdur.
İşte sizler için ortaya koyduğumuz yeni düşünce, değişik bir bakışla iki farklı paradoks! İki farklı paradigma! İstediğinizi seçmekte ve düşünmekte okuyucu olarak tamamen özgürsünüz!Unutmayın bu kitap bir manifesto, kabul veya reddetmek sizin sadece ve sadece kendinizi ilgilendiriyor. Bazen ne düşündüğünüz değil, nasıl düşündüğünüz gerçekten önemlidir!
Özellikle günümüzde kolesterol konusunda yapılan araştırmaların çoğu birbirine yakın-benzer görüşlere odaklıdır. Farklı düşünmeniz, farklı düşünseniz bile bunu bilimsel bir platformda dile getirmeniz çeşitli nedenlerden dolayı zor, hatta imkânsızdır. Birçok kurumu, kuruluşu, şirketi ve birçok konusunda uzman sayılan kişiyi zorunlu olarak karşınıza almanız gerekir.
Siz ayırım yapmadan bir genel olarak uygulamadaki yanlış gördüğünüz bir durumu bilimsel olarak teori temelinde eleştirmeye çalışıyorsunuzdur, fakat söz konusu uygulamaları yapanlar, çoğunlukla sizin sunduğunuz verileri değerlendirmeyi düşünmek yerine: kendilerinin eleştirildiğini noktaları ısrarla ön plana taşır.
Olayı tamamen kişiselleştirir ve söylemeye çalıştığınız her şeyi bireysel anlamda kendilerine, mesleklerine saldırı olarak algılar, hemen savunmaya geçerler:’…biz yanlış yapmıyoruz. Sen yanlış düşünüyorsun! Sen kendini ne sanıyorsun vs vs’ uzar gider tartışma, yeni düşünceler üretmek yerine, bir şeyler söyleyip birilerine bağırınca tuhaf bir şekilde tatmin olurlar. Bilim açısından sizin söylediklerinizin çoğu sadece bu nedenle kişilikler, hırslar ve tutkular ön plana taşınmak istendiği için asla dikkate alınmaz. Bu nedenle okuyucu olarak içiniz rahat olsun, bu konuda bilimsel çalışmalar büyük bir ihtimalle yapılmayacak.
Başka nedenler de var. Bu çalışmaları yapmak için her şeyden önce, deneylerde kullanacağınız statin türevi için, ‘patent yasası’ gereği söz konusu ilaç fabrikasından, araştırma yapmak isteyenler yazılı bir izin almak zorundalar. İlacın aleyhine çıkacak bilimsel sonuçlar ise, ilaç fabrikası sizinle anlaşma yapmış ve araştırmanıza destek vermişse, hiçbir zaman bilimsel bir dergide (patent yasası nedeniyle) yayınlanamaz…
Örneğin konuyla ilgili hiçbir uzman statin ilaçlarını direkt olarak kanserli doku örneklerine vererek, bu paradoksal durumu (sitolojik) hücre kültürlerinde test etmek araştırmak istemez çünkü muhtemelen bu teorik deney çok önceden statin üreten çeşitli ilaç şirketleri tarafından araştırılmış fakat sonuçları yaygın bir şekilde insanlara ve doktorlara açıklanmamıştır. Yapılan araştırmalar da başka bir zaman yayınlanmak üzere yüksek bir rafa kaldırılmıştır.
Bu ilaç şirketlerinin kasalarında, ilerleyen bir zamandaki ‘kanser ilacı olacak’ notuyla birlikte bu çalışmalar bir köşeye mutlaka ayrılmış olmalıdır. Yeri ve zamanı geldiğinde, yani kolesterol düşürmek için statin kullanımı bittiğinde, söz konusu kanser çalışmalar bütün bilimsel dergilerde tek tek yayınlanacak, kolesterol düşürmek için olmasa da, statinler kanser hastaları için mutlaka kullanılacaktır.
Hala statinlerle yüksek kolesterolünüzü düşürmek istiyor musunuz? Kolesterolün düşük ve normal olması sizler için gerçekten iyi mi?
Damar sertliği, kalp krizi gibi hastalıklarla ilişkilendirilen yüksek kolesterolün, hastalıklardan bağımsız ölüm oranlarıyla karşılaştırılmasının defalarca yapıldığını söylersek, bu durumda okuyucu olarak nasıl bir sonuç bekleyebilirsiniz?
Bu konudaki, yani ‘yüksek kolesterol düzeyi’ ve ‘ölümler’ konusundaki bazı gerçekler ve bazı araştırmalar, tartışmalı olsa da, sizin düşündüğünüzden oldukça farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. İşin uzmanlarının çoğu, kolesterol yüksekliği ve uzun yaşam ilişkisindeki kafa karıştıran araştırmaları bildiği halde dikkate almamayı, üstelik bir de size haber vermemeyi tercih etmektedir.
En azından kolesterol düşürücü ilaç alacağınız zaman, kendinize bir iyilik yapın, bir bilgisayar bulun ve internet arama motoruna sadece iki sihirli kelime girin; ‘cancer, statin’. Statin almadan önce, yazılanlar üzerinde bir kez daha, ama mutlaka kendiniz düşünün! Düşük kolesterol ya da ilaçla kolesterol düzeyini düşürmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum, çünkü kolesterol düzeyleri düştükçe ölüm olayları artıyor! Evet yanlış duymadınız! Artıyor…Artacak….”[12]
Kaynaklar ve notlar [1] Alsheikh-Ali AA, Maddukuri, Han H, Karas RH. Effect of the Magnitude of Lipid Lowering on Risk of Elevated Liver Enzymes, Rhabdomyolysis and Cancer. J Am Coll Cardiol, 2007; 50:409-418, doi:10.1016/j.jacc.2007.02.073[2] 3-hydroxy-3-methyglutaryl COA reduktaz adlı kolesterol sentezinde görevli bir enzimin çalışmasını durdurur.[3] Dale KM, Coleman CI, Henyan NN, Kluger J, White CM.(2006). Statins and cancer risk: a meta-analysis. JAMA. 2006 Jan 4;295(1):74-80.(PubMed)[4] Ravnskov U. (2003). Statins increase the risk of cancer among the elderly. [Article in Swedish]. Lakartidningen. 2003 Mar 13;100(11):974. (and The Cholesterol Mits).[5] Newman TB, Hulley SB. (1996). Carcinogenicity of lipid-lowering drugs. JAMA. 1996 Jan 3;275(1):55-60.(Pub Med. Abs)[6] Michael J. Campbell et all (2006). Breast Cancer Growth Prevention by Statins. Cancer Research 66, 8707-8714, September 1, 2006[7] Hawk, E., Viner, J. L. (2005). Statins and Cancer -- Beyond the "One Drug, One Disease" Model. NEJM 352: 2238-2239[8] Carlos Iribarren et al (1995). Low Serum Cholesterol and Mortality. Which Is the Cause and Which Is the Effect. Circulation. 1995;92:2396-2403[9] Kelvin K. W. Chan et al (2003). The Statins as Anticancer Agents. Clinical Cancer Research Vol. 9, 10-19, January 2003[10] Kanserli hücreye ışın verdiğinizde onun gelişimini engelleyebilirsiniz. Aynı şey statinler içinde geçerli (?) Bu konuyu tartışmak bile gerçekten komik.[11] Anne Fagot-Campagna et al (1997). Serum Cholesterol and Mortality Rates in a Native American Population With Low Cholesterol Concentrations. Circulation. 1997;96:1408-1415[12] Mevlüt Durmuş (2007). Manifesto: Çarmıha gerilen molekül ve modern bilimin kolesterol masalları. Platin Yayınları. Şubat. Ankara. ISBN 978-9944-137-07-2
Mevlüt Durmuş
Kolesterol düzeyi aşağı çekildiğinde ölüm oranı azalır mı?
Prof. Dr. Uffe Ravnskov hayatını kolesterol ile ilgili yapılan çalışmalara adamış ve hiçbir ilaç firması ve kardiyoloji derneği ile ilişkisi olmayan bir bilim adamıdır. Ravnskov’un toplam 26 kontrollü araştırmadan derlediği metaanaliz sonuçlara göre; LDL kolesterolünü ilaçla düşüren tedavilerde ölümcül olmayan kalp krizi vakalarında yüzde 0.3’lük bir düşme sağlanabilmesine rağmen, ölümcül kalp krizlerinde hiçbir değişiklik olmamış, hatta toplam ölümlerde artış dahi gözlemlenmiştir.
Uffe Ravnskov’un dikkati özellikle çektiği bir konu daha var. Statinli ilaçların kullanılarak LDL kolesterol düzeyinin aşağı çekildiği bütün araştırmalarda, koroner hastalığı önleme başarı oranı, LDL düzeyindeki azalma oranından tamamen bağımsız kalmıştır. Eğer LDL düzeyi gerçekten de kalp hastalıklarının belirgin bir risk faktörü ise, nasıl olur da bu “kötü huylu” değerin bir kaç miligram düşürülmesi ile, 50-60 miligram düşürülmesi arasında belirgin bir fark olamaz?
Buradan da açıkça anlaşılabileceği gibi statin ilaçlarının koroner hastalıkların riskini düşürme mekanizması, kolesterol mekanizmasına değil, başka mekanizmalara bağlıdır. Bunu açıkladıktan sonra doktor Ravsnkov statin ilaçlarını ancak ve ancak koroner riski çok yüksek olan hastaların (4-5 senelik ömür verilen) kullanmasını önermektedir.
Kolesterol ilaçlarının koroner hastalıkları önlemedeki başarısızlığına bir diğer örnek, Journal of American Medical Association (JAMA) Aralık 18, 2002 tarihli araştırmadır. Yaklaşık on bin kişinin gözleme alındığı bu araştırmada, LDL değeri %28 oranında ve total kolesterol değeri %17 oranında düşmesine rağmen, kontrol gurubuyla karşılaştırıldığında gerek genel ölüm oranları, gerekse kardiyovaskuler ölüm oranları arasında hiçbir fark bulunamamıştır. Ayni şekilde Ağustos 2003 tarihli American Journal of Cardiology araştırmasında da görüldüğü gibi statin ilaçları vasıtasıyla LDL kolesterolünün düşürülmesi, damar içerisindeki plakaların oluşma hızını etkilememiştir. Öyle ki statinli bütün gruplarda damar içerisi plak oluşumu ortalama % 9.2 oranında artmıştır!
Statin grubu kolesterol ilaçları güvenli ve yan etki oranı düşük müdür?Vücudun doğal olarak ürettiği herhangi bir maddenin üretimini değiştirecek bir ilacın güvenliği tartışılırken, önce bu maddenin vücutta aldığı bütün görevler göz önüne alınmalıdır. Ne yazık ki modern tıp ve birçok doktor, kolesterolü tanımıyor. Dehşetle korktuğumuz ve miktarını kontrol altına almaya çalıştığımız bu maddenin:
a-) Hücre zarı akışkanlığını ve geçirgenliğini kontrol ederek hücre metabolizmasında çok önemli bir rol oynadığını,b-) Vücudun genel onarıcı malzemesi olduğunu ve bu nedenle hem zarar gören damarlarda hem de bütün yaralı dokularda bolca kolesterol bulunduğunu,c-) Mineral metabolizması dahil birçok önemli fonksiyona katılan D-vitaminin öncü maddesi olduğunud-) Güçlü bir antioksidan olduğunu ve kanser ile diğer immun hastalıklarıyla mücadele ettiğinie-) Düzgün nörolojik fonksiyonlar için gerekli olduğunu, özellikle hafızanın gelişmesi ve serotonin beyin kimyasalının yükselmesinde kilit rol oynadığını,f-) Adrenal hormonlar dahil bütün hormonların yapımında kullanıldığını ve bu nedenle bahsi gecen hormonların görev aldığı bütün metabolik işlemleri (kan sekeri ayarlamasından tutun, kemik mineralizasyonuna kadar) dolaylı yollardan etkileyebileceğini BİLEN ÇOK AZ AYDIN VAR!
Bu bilgilerin ışığında simdi kolesterolün vücuttaki sentezinin statin ilaçlarıyla etkilenmesi olayının güvenilirliği ve güvensizliği daha iyi tartışılabilir. Mantıklı düşünen bir birey, vücutta bu kadar görevi bulunan bir doğal maddenin oluşumunun engellenmesi durumunda nasıl bu fonksiyonların; en azından bir kısmının etkilenebileceğini görecektir. Nitekim aşağıda bu düşünceyi doğrulayan araştırmalar mevcuttur:
Statin ilaçlarının tehlikeleri arasında ilk sırayı, Co-Q10 enziminin bloke edilmesi almaktadır. Çünkü bu ilaçlar kolesterol sentezini önlerken; ATP üretimi, kas elastini ve kas kolajeni yapımı gibi fonksiyonları bulunan Co-Q10 enzimini de bloke etmektedirler. Nitekim Kaliforniya’da San Diego’da doktor Beatrice Golomb, Lipitor’un kullanıldığı deneye katılan hastaların %98’inde kas ağrıları ve kramplar gözlemlenmiştir. (Elanor Laise. The Lipitor Dilemma, Smart Money: The Wall Street Journal Magazine of Personal Business, Kasim 2003)
Avusturya’da ailevi kolesterol yüksekliği bulunan 22 atletten sadece 6’si statin tedavisine devam edebilmiştir. Gerisi kas ağrılarına dayanamamıştır. (Sinzinger H, O’Grady j. Clın Pharmacol. 2004 Apr;57(4):525-8)
Danimarka’da 500 bin bireyi inceleyen araştırmacılar, statin kullanan hastalarda polinoropati denilen ve ellerle ayaklarda karıncalanma ile ağrılara, yürüme aksaklıklarına vb. nörolojik bozukluklara neden olan bir hastalığın görülme olasılığının arttığını bulmuşlardır. Öyle ki statinleri 1 yıl kullanan hastalarda risk %15 iken, bu sure 2 yıla çıktığında risk %26’ya fırlamıştır. (Gaist D ve digerleri. Neurology 2002 Mayıs 14;58(9): 1321-2)
Yine Co-Q10 enzimindeki yetersizliğe bağlı olarak kardiyolog Peter Langsjoen incelediği 20 hastasında 6 aylık düşük doz Lipitor tedavisinden sonra her 3 hastasından 2’sinde kalbin dolum evresinde aksaklıklar olduğunu gözlemlemiştir. Öyle ki kalp yetmezliği bulunan hastaların kolesterol değerlerindeki her bir birim düşme, gelecek 3 sene içerisindeki olum riskini %36 oranında arttırmıştır. (Clark AL ve digerleri. J Am Coll Cardiol 2003;42: 1933-1943)
Boston’da Trufts Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada statin ilaçları, vaskuler endothelial büyüme faktörü (VEGF) mekanizmasını taklit eder şekilde hastalarda yeni kan damarı büyümelerine neden olmuştur. Doktor Michael Simons, bunun çok da iyi bir gelişme olmadığını, yeni damar oluşumlarının tümör oluşumlarını da hızlandırabileceğini notlarına eklemiştir. Nitekim Journal of the American Medical Association (JAMA) 3 Ocak 1996’daki bir araştırmada, Dr. Simons’un sözlerini doğrularcasına statin ilaçlarının birçok laboratuar hayvanında kanser oluşumlarına sebebiyet verdiğini duyurmuştur.İsviçre’de yapılan bir başka araştırmada, aralarında Lipitor’un da bulunduğu üç statin ilacının denenmesi sonucu hastaların yardımcı T-hücrelerinde azalma meydana gelmiştir. Bir başka deyişle statin ilaçları, hastaların immun sistemini bastırmıştır. (Nature Medicine, 2000; 6:1311-1312, 1399-1402)
Pittsburgh Üniversitesi’nde Mevacor isimli ilacın denendiği bireylerde beyin fonksiyonları, özellikle dikkat ve reaksiyon hızı olumsuz yönde etkilenmiştir. Bunun anlamı, yasam kurtaran reflekslerin (örneğin bir araba kazasının oluşma riski) yavaşlamasıdır.Şimdiye kadar sözü gecen yan etkileri bir özetleyelim: Kas ağrıları, nörolojik fonksiyon bozuklukları, bağışıklık sistemi zayıflaması (AIDS), kalbin dolum fazı bozuklukları (KALP YETMEZLIGI) ve tümör riski (KANSER). Eğer bütün bu yan etkilere bakıp da hala statinlerin güvenli olduğu düşünülüyor ise, şunları unutmamak lazım: 1. Statin tedavilerinde hastaların %75’e yakını yan etkilere dayanamayarak ilk 3-8 ay içerisinde tedaviyi birakmaktadir. (Jay S. Cohen, MD, The Truth About Crestor)2. Şimdiye kadar statinlerin uzun vadede (10-20 sene gibi) nelere yol açacağına dair tek bir araştırma yoktur.Serkan Yimsel
Statinler kolesterolü düşürdükçe kanser olasılığı artmaktadır
Mevlut Durmuş’un bahsettiği ve Journal of the American College of Cardiology’de Alawi A. Alsheikh-Ali ve arkadaşları tarafından yayınlanan makale kolesterol düşüren ilaçların yan etkisini araştırıyor. Bu yazıda daha önce yayınlanmış statinler ile ilgili 23 çalışmanın meta analizi yapılmış. Bu meta analize göre statinler kolesterolü düşürdükçe kanser olasılığı artmaktadır.
Prof. Dr. Ahmet Aydın
www.iyibilgi.com
Kadınlara özel 'kanserden korunma rehberi
Roberta Altman’ın, “Every Woman’s Handbook for Preventing Cancer” (Her Kadının Kanseri Önleme Kitabı) isimli kitabından vücudumuzu kanserden korumaya yardımcı olacak yollar şöyle:
Vücudunuzu güçlendirmek için:
Yeme alışkanlıklarınızı değiştirin: Daha az ama daha besleyici gıdalarla beslenin. Pişmiş yemeklerin yanı sıra bolca çiğ sebze meyve tüketin. Sindirim sisteminizin daha rahat çalışabilmesi için karışık yemekler yemeyin. Acıkmadan sofraya oturmayın. Doğal gübreyle yetiştirilmiş, üzerine kimyasal ilaç sıkılmamış meyve, sebze, kuru yemiş, tahıl ve baklagilleri tercih edin.
Çocuk doğurmak: 30 yaşından önce çocuk doğurmak meme kanseri riskini azaltıyor.
Bebeğinizi emzirmek: Bebeğinizi emzirmek hem onun, hem de sizin sağlığınız için mükemmel bir fırsattır.
İyimserlik: Stres, depresyon, kendine güvenmeme gibi duygular vücudu olumsuz yönde etkiliyor. Mümkün olduğunca iyimserliği korumaya çalışmak bağışıklık sisteminizi her anlamda daha sağlam tutacaktır.
Keten tohumu: Sabahları taze kavrulmuş ve öğütülmüş keten tohumu yiyin, salatalarınıza serpin, hamur işlerine katın. Keten tohumunu öğütülmüş olarak satın almayın çünkü içindeki faydalı maddeler bayatlayabilir. Kullanacağınız kadarını hafif ateşte yağsız olarak çok az kavurup tahta havanda dövün.
Sarımsak: Her gün bir diş sarımsak yemek hastalıkları uzak tutar.
Antioksidanlar: Meyve ve sebzelerde bulunan antioksidanların bağışıklık sistemimize yardımcı olduğu biliniyor. Mevsimin meyve sebzesini seçin, özellikle çiğ tüketmeye çalışın.
Beta-karoten içeren yiyecekler: Kayısı, brokoli, kavun, havuç, yumurta, karaciğer, şeftali, balkabağı, kıvırcık salata, ıspanak, domates, tam yağlı süt gibi yiyecekler beta-karoten içerir. Bunları mevsiminde ve organik olanlarından yemeye çalışın.
Lifli gıdalar: Kepekli tahıllar, tam buğday unu gibi kepeği ayrılmamış unlar, kepekli pirinç, yulaf ezmesi, nohut, mercimek, badem, yerfıstığı, enginar, taze fasulye, brokoli, Brüksel lahanası, beyaz ve kırmızı lahana, havuç, karnabahar, kereviz, mısır, şalgam, patates, ıspanak, domates, elma, kuru veya taze kayısı, muz, kavun, kiraz, vişne, hurma, kuru veya taze incir, greyfurt, portakal, şeftali, armut, üzüm, çilek lif bakımından zengin gıdalar. Meyveleri kabuğu ve çekirdeğiyle yemek çok daha iyi.
Lahana ve karnabahar ailesi: Brokoli, Brüksel lahanası, lahana, kara lahana, karnabahar, şalgam, turp gibi sebzeleri bol bol yiyin.
Spor: Düzenli olarak ve aşırıya kaçmadan yürüyüş, koşu, yüzme gibi sporları yapanların bağışıklık sistemi kuvvetleniyor.
Yeşil çay: Yeşil çay fazla işlem görmemiştir, çay yaprakları sadece kurutulur. Bir bardak sıcak suyu ateşten aldıktan sonra bir çimdik yeşil çayı içine atın. 2-3 dakika üstü kapalı olarak demleyip süzün.
Zeytinyağı: Atina Üniversitesi ve Harvard Halk Sağlığı Okulu’nun 2300 kadın üzerinde yaptıkları araştırma, günde bir öğünden fazla zeytinyağı kullanan kadınların daha az kullananlara oranla meme kanseri risklerinin daha düşük olduğunu gösterdi.
Omega 3 yağ asitleri: Mucizevi yağ denen omega-3 yağ asitleri balık, keten tohumu, semizotu ve cevizde bulunuyor. Vücudun savunma sistemini güçlendirmek için bu yiyeceklerden tüketmemiz tavsiye ediliyor.
Selenyum: Selenyum minerali de antioksidan vazifesi yaparak vücudumuzu koruyanlardan. Kansere karşı korunmada da etkili olduğu söyleniyor. En iyi selenyum kaynakları balık, böbrek, karaciğer, et, yer fıstığı, tam tahıllar (kabuğu ayrılmamış tahıllar ve unları).
Sebzeler: Sebze yemek, özellikle de çiğ sebze yemek bağışıklık sistemi için çok önemli. Kereviz, pırasa, soğan, domates, enginar, ıspanak gibi sebzeleri çiğ olarak yemeyi deneyin. Sadece mevsimin meyve sebzesini kullanın. Donmuş veya konserve sebzeleri almamaya çalışın. Organik olanları tercih edin ve eğer mümkünse kendiniz yetiştirin. Roka, maydanoz, dereotu, domates, biber, salatalık, bakla çok kolayca yetiştirilebiliyor.
E vitamini: Vücudumuzda bulunan serbest radikalleri atan antioksidanlardan biri de E vitaminidir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. E vitamini alabileceğiniz yiyecekler hindiba, hardal otu, balkabağı, elma, kayısı, şeftali, balık, badem ve ayçekirdeği.
www.iyibilgi.com
Vücudunuzu güçlendirmek için:
Yeme alışkanlıklarınızı değiştirin: Daha az ama daha besleyici gıdalarla beslenin. Pişmiş yemeklerin yanı sıra bolca çiğ sebze meyve tüketin. Sindirim sisteminizin daha rahat çalışabilmesi için karışık yemekler yemeyin. Acıkmadan sofraya oturmayın. Doğal gübreyle yetiştirilmiş, üzerine kimyasal ilaç sıkılmamış meyve, sebze, kuru yemiş, tahıl ve baklagilleri tercih edin.
Çocuk doğurmak: 30 yaşından önce çocuk doğurmak meme kanseri riskini azaltıyor.
Bebeğinizi emzirmek: Bebeğinizi emzirmek hem onun, hem de sizin sağlığınız için mükemmel bir fırsattır.
İyimserlik: Stres, depresyon, kendine güvenmeme gibi duygular vücudu olumsuz yönde etkiliyor. Mümkün olduğunca iyimserliği korumaya çalışmak bağışıklık sisteminizi her anlamda daha sağlam tutacaktır.
Keten tohumu: Sabahları taze kavrulmuş ve öğütülmüş keten tohumu yiyin, salatalarınıza serpin, hamur işlerine katın. Keten tohumunu öğütülmüş olarak satın almayın çünkü içindeki faydalı maddeler bayatlayabilir. Kullanacağınız kadarını hafif ateşte yağsız olarak çok az kavurup tahta havanda dövün.
Sarımsak: Her gün bir diş sarımsak yemek hastalıkları uzak tutar.
Antioksidanlar: Meyve ve sebzelerde bulunan antioksidanların bağışıklık sistemimize yardımcı olduğu biliniyor. Mevsimin meyve sebzesini seçin, özellikle çiğ tüketmeye çalışın.
Beta-karoten içeren yiyecekler: Kayısı, brokoli, kavun, havuç, yumurta, karaciğer, şeftali, balkabağı, kıvırcık salata, ıspanak, domates, tam yağlı süt gibi yiyecekler beta-karoten içerir. Bunları mevsiminde ve organik olanlarından yemeye çalışın.
Lifli gıdalar: Kepekli tahıllar, tam buğday unu gibi kepeği ayrılmamış unlar, kepekli pirinç, yulaf ezmesi, nohut, mercimek, badem, yerfıstığı, enginar, taze fasulye, brokoli, Brüksel lahanası, beyaz ve kırmızı lahana, havuç, karnabahar, kereviz, mısır, şalgam, patates, ıspanak, domates, elma, kuru veya taze kayısı, muz, kavun, kiraz, vişne, hurma, kuru veya taze incir, greyfurt, portakal, şeftali, armut, üzüm, çilek lif bakımından zengin gıdalar. Meyveleri kabuğu ve çekirdeğiyle yemek çok daha iyi.
Lahana ve karnabahar ailesi: Brokoli, Brüksel lahanası, lahana, kara lahana, karnabahar, şalgam, turp gibi sebzeleri bol bol yiyin.
Spor: Düzenli olarak ve aşırıya kaçmadan yürüyüş, koşu, yüzme gibi sporları yapanların bağışıklık sistemi kuvvetleniyor.
Yeşil çay: Yeşil çay fazla işlem görmemiştir, çay yaprakları sadece kurutulur. Bir bardak sıcak suyu ateşten aldıktan sonra bir çimdik yeşil çayı içine atın. 2-3 dakika üstü kapalı olarak demleyip süzün.
Zeytinyağı: Atina Üniversitesi ve Harvard Halk Sağlığı Okulu’nun 2300 kadın üzerinde yaptıkları araştırma, günde bir öğünden fazla zeytinyağı kullanan kadınların daha az kullananlara oranla meme kanseri risklerinin daha düşük olduğunu gösterdi.
Omega 3 yağ asitleri: Mucizevi yağ denen omega-3 yağ asitleri balık, keten tohumu, semizotu ve cevizde bulunuyor. Vücudun savunma sistemini güçlendirmek için bu yiyeceklerden tüketmemiz tavsiye ediliyor.
Selenyum: Selenyum minerali de antioksidan vazifesi yaparak vücudumuzu koruyanlardan. Kansere karşı korunmada da etkili olduğu söyleniyor. En iyi selenyum kaynakları balık, böbrek, karaciğer, et, yer fıstığı, tam tahıllar (kabuğu ayrılmamış tahıllar ve unları).
Sebzeler: Sebze yemek, özellikle de çiğ sebze yemek bağışıklık sistemi için çok önemli. Kereviz, pırasa, soğan, domates, enginar, ıspanak gibi sebzeleri çiğ olarak yemeyi deneyin. Sadece mevsimin meyve sebzesini kullanın. Donmuş veya konserve sebzeleri almamaya çalışın. Organik olanları tercih edin ve eğer mümkünse kendiniz yetiştirin. Roka, maydanoz, dereotu, domates, biber, salatalık, bakla çok kolayca yetiştirilebiliyor.
E vitamini: Vücudumuzda bulunan serbest radikalleri atan antioksidanlardan biri de E vitaminidir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. E vitamini alabileceğiniz yiyecekler hindiba, hardal otu, balkabağı, elma, kayısı, şeftali, balık, badem ve ayçekirdeği.
www.iyibilgi.com
32 ülkede yapılan cinsellik araştırması!
Bir ilaç firması 40-80 yaş arasındaki kadın ve erkeklerin cinsel sağlıklarıyla ilgili tutum ve inanışlarını öğrenmek, seksin ve cinsel yaşamın önemini ve yaşamdaki rolünü tespit etmek için bir araştırma yaptı. Kadın ve erkeklerin cinsel fonksiyon bozukluğu konusundaki tedavi arayışlarını belirlemek ve cinsel yaşama ilişkin tutumları değişik toplum ve kültürler ile karşılaştırabilmek amacıyla da dünya çapında yaptırılan "Global Cinsel Tutum ve Davranışlar" konulu araştırmanın Türkiye ayağının sonuçları dikkat çekti. 32 ülkede yapılan araştırma
32 ülkede 27 bin 500’den fazla kadın ve erkeği kapsayan araştırma Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Samsun, Diyarbakır ve Erzurum illerindeki bin 500 kadın ve erkekle yüz yüze görüşerek gerçekleştirildi. Buna göre her 100 erkekten 30’unda cinsel işlev bozukluğu görülürken kadınlarda bu oran yüzde 50’ye kadar çıkıyor.
Araştırmaya göre, tüm yaş gruplarındaki Türk kadınları arasında cinsel ilişkiye girme sıklığı ayda 1 ile 4 kez arasında değişiyor. Türk erkeklerinin ve kadınlarının diğer ülkelere kıyasla daha büyük bir bölümü, yani yaklaşık yüzde 60’ı, cinsel performanstaki azalmanın ikili ilişkileri etkileyeceğine inanıyor. Diğer ülkelerdeki erkeklerden farklılık gösteren sonuçlardan biri ise, Türk erkeklerinin yaklaşık dörtte üçünün, erkeğin cinsel ilişkiye girebilmesinin ilişki açısından önemli olduğunu düşünmesi. Erkekler daha çok cinsel ilişkiye giriyor
Araştırmada, Türk kadınlarının diğer ülke kadınları gibi cinselliğin yaşamlarının önemli bir parçası olduğunu düşündüğü de ortaya çıktı. Diğer dünya ülkelerinden farklı olarak, Türk erkekleri arasında cinselliğin yaşamlarının önemli bir parçası olduğunu düşünenlerin oranı çok daha yüksek bulunuyor.
Özellikle 40’ın üzerindeki kadınlarda cinselliğe önem verenlerin oranı düşmeye başlıyor. Araştırmaya göre, Türk erkek ve kadınlarının ortalama olarak yüzde 71’i son bir yıl içinde cinsel ilişkiye girereken, erkekler arasında son bir yıl içinde cinsel ilişkiye girdiğini belirtenlerin oranı ise yüzde 83 olarak saptanıyor. Türk kadını memnuniyetsiz
Cinsel ilişkiye girme sıklığı yaş grubu yükseldikçe azalıyor. Araştırmada Türkiye’de partneriyle ilişkisinin fiziksel olarak zevk verici ve duygusal olarak tatmin edici olduğunu düşünen erkeklerin oranı kadınlara kıyasla daha yüksek görülüyor. Erkeklerin bu konudaki memnuniyet düzeyleri yaş ilerledikçe düşüyor. Kadınlar arasında ise özellikle 40 yaşından sonra cinsel ilişkiden memnuniyet düzeyi sonra azalmaya başlıyor. Türk kadınlarının memnuniyet düzeyleri diğer ülke kadınlarına kıyasla daha düşük.
Erkekler arasında herhangi bir nedene bağlı cinsel işlev bozukluğu sorunu yaşayanların oranı yüzde 28, kadınlarda ise yüzde 43 civarında oluyor. Erkeklerin tüm yaşlarda yaşadığı sorunlar genelde erken boşalma ve cinsel ilişkiden zevk almama olarak açıklanıyor. Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Türk erkek ve kadınları da, cinselliğe olan ilginin kadınlarda 50’li yaşlarda, erkeklerde ise 60’lı yaşlarda azaldığını düşünüyor.
Kaynak: Milliyet
32 ülkede 27 bin 500’den fazla kadın ve erkeği kapsayan araştırma Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Samsun, Diyarbakır ve Erzurum illerindeki bin 500 kadın ve erkekle yüz yüze görüşerek gerçekleştirildi. Buna göre her 100 erkekten 30’unda cinsel işlev bozukluğu görülürken kadınlarda bu oran yüzde 50’ye kadar çıkıyor.
Araştırmaya göre, tüm yaş gruplarındaki Türk kadınları arasında cinsel ilişkiye girme sıklığı ayda 1 ile 4 kez arasında değişiyor. Türk erkeklerinin ve kadınlarının diğer ülkelere kıyasla daha büyük bir bölümü, yani yaklaşık yüzde 60’ı, cinsel performanstaki azalmanın ikili ilişkileri etkileyeceğine inanıyor. Diğer ülkelerdeki erkeklerden farklılık gösteren sonuçlardan biri ise, Türk erkeklerinin yaklaşık dörtte üçünün, erkeğin cinsel ilişkiye girebilmesinin ilişki açısından önemli olduğunu düşünmesi. Erkekler daha çok cinsel ilişkiye giriyor
Araştırmada, Türk kadınlarının diğer ülke kadınları gibi cinselliğin yaşamlarının önemli bir parçası olduğunu düşündüğü de ortaya çıktı. Diğer dünya ülkelerinden farklı olarak, Türk erkekleri arasında cinselliğin yaşamlarının önemli bir parçası olduğunu düşünenlerin oranı çok daha yüksek bulunuyor.
Özellikle 40’ın üzerindeki kadınlarda cinselliğe önem verenlerin oranı düşmeye başlıyor. Araştırmaya göre, Türk erkek ve kadınlarının ortalama olarak yüzde 71’i son bir yıl içinde cinsel ilişkiye girereken, erkekler arasında son bir yıl içinde cinsel ilişkiye girdiğini belirtenlerin oranı ise yüzde 83 olarak saptanıyor. Türk kadını memnuniyetsiz
Cinsel ilişkiye girme sıklığı yaş grubu yükseldikçe azalıyor. Araştırmada Türkiye’de partneriyle ilişkisinin fiziksel olarak zevk verici ve duygusal olarak tatmin edici olduğunu düşünen erkeklerin oranı kadınlara kıyasla daha yüksek görülüyor. Erkeklerin bu konudaki memnuniyet düzeyleri yaş ilerledikçe düşüyor. Kadınlar arasında ise özellikle 40 yaşından sonra cinsel ilişkiden memnuniyet düzeyi sonra azalmaya başlıyor. Türk kadınlarının memnuniyet düzeyleri diğer ülke kadınlarına kıyasla daha düşük.
Erkekler arasında herhangi bir nedene bağlı cinsel işlev bozukluğu sorunu yaşayanların oranı yüzde 28, kadınlarda ise yüzde 43 civarında oluyor. Erkeklerin tüm yaşlarda yaşadığı sorunlar genelde erken boşalma ve cinsel ilişkiden zevk almama olarak açıklanıyor. Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Türk erkek ve kadınları da, cinselliğe olan ilginin kadınlarda 50’li yaşlarda, erkeklerde ise 60’lı yaşlarda azaldığını düşünüyor.
Kaynak: Milliyet
Erken boşalma, güvensiz yapıyor!
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Metin, erken boşalma sorunu olan erkeklerin eşlerine güven duymadığını, bu nedenle de boşanma oranlarının arttığını söyledi.
Erkeklerde en sık görülen cinsel fonksiyon bozukluğunun erken boşalma olduğunu belirten Prof. Dr. Metin, “Erken boşalma, erkeklerin en ufak bir cinsel uyarıyla kişinin istemi olmaksızın ve kontrolü dışında boşalmasıdır. Cinsel ilişkinin kişilere yeterince zevk alınacak süre kadar geciktirilememesi de erkeklerde utanma ve partnerini doyuma ulaştıramama duygusu, kadınlarda ise hayal kırıklığına neden olmaktadır. Evliliklerin çoğu, erken boşalma problemi nedeniyle boşanmayla bitmektedir'' dedi.
Prof. Dr. Metin, yabancı kaynaklı bir araştırmada Alman erkeklerin 6.9 dakika, Fransızların 9.3 dakika, İtalyanların 9.6 dakika, Amerikalıların ise 13.6 dakikada boşaldıklarının belirlendiğini açıklayarak, şunları söyledi: “Türk erkeklerinin de en büyük sorunu erken boşalmadan kaynaklanıyor. Erken boşalma sorunu olan erkeklerin çoğu bu durumu psikolojik bir olay olarak görmekte, partnerlerini elle veya cinsel objelerle uyarma yoluna gitmektedir. Erken boşalma sorunu olan erkekler eşlerine güven duymamakta, bu nedenle de boşanma oranları artmaktadır.'' Araştırmada, 2 bin 648 erkekte cinsel ilişkilerin yüzde 50’sinden fazlasından erken boşalma sorunu tespit edildiğini de söyleyen Prof. Dr. Metin, “Erken boşalma sorunu olan erkekler, doktora başvurma yerine kendi kendilerine birçok yöntem uygulamakta. Bu da kişinin cinsel duygularında azalma, duygusal, sağlık ve sosyal ilişkilerde problem yaşamasına neden olmakta, psikolojik nedeniyle de eşiyle boşanma yolunu seçmektedirler'' diye konuştu.
Benzer bir araştırmanın şimdiye kadar Türk erkekleri üzerinde yapılmadığı da belirtildi.
Milliyet
Erkeklerde en sık görülen cinsel fonksiyon bozukluğunun erken boşalma olduğunu belirten Prof. Dr. Metin, “Erken boşalma, erkeklerin en ufak bir cinsel uyarıyla kişinin istemi olmaksızın ve kontrolü dışında boşalmasıdır. Cinsel ilişkinin kişilere yeterince zevk alınacak süre kadar geciktirilememesi de erkeklerde utanma ve partnerini doyuma ulaştıramama duygusu, kadınlarda ise hayal kırıklığına neden olmaktadır. Evliliklerin çoğu, erken boşalma problemi nedeniyle boşanmayla bitmektedir'' dedi.
Prof. Dr. Metin, yabancı kaynaklı bir araştırmada Alman erkeklerin 6.9 dakika, Fransızların 9.3 dakika, İtalyanların 9.6 dakika, Amerikalıların ise 13.6 dakikada boşaldıklarının belirlendiğini açıklayarak, şunları söyledi: “Türk erkeklerinin de en büyük sorunu erken boşalmadan kaynaklanıyor. Erken boşalma sorunu olan erkeklerin çoğu bu durumu psikolojik bir olay olarak görmekte, partnerlerini elle veya cinsel objelerle uyarma yoluna gitmektedir. Erken boşalma sorunu olan erkekler eşlerine güven duymamakta, bu nedenle de boşanma oranları artmaktadır.'' Araştırmada, 2 bin 648 erkekte cinsel ilişkilerin yüzde 50’sinden fazlasından erken boşalma sorunu tespit edildiğini de söyleyen Prof. Dr. Metin, “Erken boşalma sorunu olan erkekler, doktora başvurma yerine kendi kendilerine birçok yöntem uygulamakta. Bu da kişinin cinsel duygularında azalma, duygusal, sağlık ve sosyal ilişkilerde problem yaşamasına neden olmakta, psikolojik nedeniyle de eşiyle boşanma yolunu seçmektedirler'' diye konuştu.
Benzer bir araştırmanın şimdiye kadar Türk erkekleri üzerinde yapılmadığı da belirtildi.
Milliyet
Mutlu evlilik tansiyona iyi geliyor!
Daha önceki araştırmalarda ise evli insanların her halükarda bekarlardan daha sağlıklı olduğu saptanmıştı. 204 evli ve 99 bekar gönüllü üzerinde yapılan araştırmada, deneklere 24 saat üzerlerinde taşıdıkları, düzenli tansiyon ölçümü yapan cihazlar takıldı. Evli gönüllülere ayrıca evlilikleri hakkında bilgi almak için anket doldurtuldu.
Araştırma sonucunda, evliliklerinden tatminkar olanların tansiyondeğerlerinin ortalaması daha düşük çıktı. Mutsuz evlilerin tansiyondeğerleri ise bekar deneklere oranla yüksek çıktı. Araştırmanın, tansiyon söz konusu olduğunda, evli olup olmamaktan ziyade evliliğin niteliğinin önemli olduğunu gösterdiği belirtildi. Brigham Young üniversitesi öğretim görevlisi Julianne Holt-Lunstad, "Annals of Behavioral Medicine" dergisinde yayınlanan araştırmada, iyi ve kötü evlilikle bekarlığın uzun dönemde sağlık üzerindeki etkisini saptamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Milliyet
Araştırma sonucunda, evliliklerinden tatminkar olanların tansiyondeğerlerinin ortalaması daha düşük çıktı. Mutsuz evlilerin tansiyondeğerleri ise bekar deneklere oranla yüksek çıktı. Araştırmanın, tansiyon söz konusu olduğunda, evli olup olmamaktan ziyade evliliğin niteliğinin önemli olduğunu gösterdiği belirtildi. Brigham Young üniversitesi öğretim görevlisi Julianne Holt-Lunstad, "Annals of Behavioral Medicine" dergisinde yayınlanan araştırmada, iyi ve kötü evlilikle bekarlığın uzun dönemde sağlık üzerindeki etkisini saptamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Milliyet
Magnezyum ile felci yen!
İsveç’in başkenti Stockholm’deki Karolinska Tıp Kurumu’nda yapılan 13 yıllık araştırma, magnezyum elementinin özellikle sigara tiryakilerinin felce yakalanma tehlikesini azalttığını ortaya koydu. Tütün tiryakisi 26 bin erkek üzerinde yapılan araştırmada, magnezyumun kan basıncının düşürdüğü belirlendi. Araştırmaya göre tansiyonu düşüren magnezyumun günde 589 miligram alınması “beyin enfarktüsüö de denebilecek damar tıkanması nedenli felç tehlikesini yüzde 15 düşürüyor.
Magnezyum, başta tüm tahıl ürünleri olmak üzere baklagiller, karnabahar, ıspanak, barbunya, istiridye, kayabalığı ve yerfıstığında yüksek oranda bulunuyor.
Milliyet
Magnezyum, başta tüm tahıl ürünleri olmak üzere baklagiller, karnabahar, ıspanak, barbunya, istiridye, kayabalığı ve yerfıstığında yüksek oranda bulunuyor.
Milliyet
Baharınız kabus olmasın!
Alerjisi olanlar için bahar kâbusa dönüşebilir. Baharla birlikte başlayan aksırıklar, burun akıntısı, gözlerde kızarma ve sulanma, en sık rastlanan alerjik hastalık olan bahar nezlesinin belirtilerilerinden bazıları. Bahar aylarında sık görülen saman nezlesi (alerjik rinit) hastalığı birçok kişinin yaşam kalitesini bozuyor. Toplumun yüzde 20’sini etkileyen bu hastalıkla ilgili merak edilenler hakkında kulak burun boğaz uzmanı Dr. Süreyya Şeneldir, bilgi verdi. Alerjik rinit, en sık görülen alerjik hastalıktır. Toplumun yaklaşık yüzde 20’sini etkilemektedir. Bazı kişiler alerjik riniti çok hafif atlatırken bazıları için çok ağır geçer. Hatta işlerini engelleyerek yaşam kalitesini bozar. Hastalık her yaşta ortaya çıkabilir ancak genelde 1 - 20 yaş arası başlar. Çoğunlukla ailede aynı ya da benzeri hastalıklar mevcuttur.
Temel belirtileri Burunda kaşıntı, sulanma, hapşırma, aksırma nöbetleri, damakta kaşınma, öksürük ve boğaz ağrısı, boğazı temizleme isteği, gözlerde sulanma, kaşıntı temel belirtilerdir. Havada taşınabilecek kadar küçük ve hafif olan hayvan ve bitki proteinleri gözümüz, burnumuz ve boğazımızdaki zarlar üzerinde birikirler. Polenler, mantar sporları, hayvan tüyleri ve ev tozları bu parçacıkların en sık rastlanılanlarıdır.
İlkbaharın erken dönemlerinde alerjik rinite sıklıkla polenler veya çevrede yaygın olarak bulunan ağaçlar neden olmaktadır. İlkbaharın geç dönemlerinde ise polenler çayırlardan kaynaklanmaktadır. Renkli süs bitkileri nadiren alerjiye neden olurlar, çünkü polenleri havayla taşınamayacak kadar ağırdır.
Polenden korunmak için;
* Polenlerin en fazla uçuştuğu sabah saat 05.00 - 10.00 arası açık havaya çıkmayın. Ağız ve burnu kapatan maskeyle çıkabilirsiniz. * Polen zamanı açık havada spor yapmayın. * Saçlar tozu tutar. Bu nedenle her akşam saçlarınızı yıkayıp duş alın. * Çocukların sokaktan geldikten sonra üstlerini hemen değiştirmelerini sağlayın. * Arabada giderken camları açmayın. Hava değişimi için klimadan yararlanın. * Tatil için deniz kenarını tercih edin. * Dışarıda gözlük ve şapka kullanın. Gözlükleri hergün akan suyun altında yıkayın. * Çim biçmekten kaçının veya maskeyle yapın.
Milliyet
Temel belirtileri Burunda kaşıntı, sulanma, hapşırma, aksırma nöbetleri, damakta kaşınma, öksürük ve boğaz ağrısı, boğazı temizleme isteği, gözlerde sulanma, kaşıntı temel belirtilerdir. Havada taşınabilecek kadar küçük ve hafif olan hayvan ve bitki proteinleri gözümüz, burnumuz ve boğazımızdaki zarlar üzerinde birikirler. Polenler, mantar sporları, hayvan tüyleri ve ev tozları bu parçacıkların en sık rastlanılanlarıdır.
İlkbaharın erken dönemlerinde alerjik rinite sıklıkla polenler veya çevrede yaygın olarak bulunan ağaçlar neden olmaktadır. İlkbaharın geç dönemlerinde ise polenler çayırlardan kaynaklanmaktadır. Renkli süs bitkileri nadiren alerjiye neden olurlar, çünkü polenleri havayla taşınamayacak kadar ağırdır.
Polenden korunmak için;
* Polenlerin en fazla uçuştuğu sabah saat 05.00 - 10.00 arası açık havaya çıkmayın. Ağız ve burnu kapatan maskeyle çıkabilirsiniz. * Polen zamanı açık havada spor yapmayın. * Saçlar tozu tutar. Bu nedenle her akşam saçlarınızı yıkayıp duş alın. * Çocukların sokaktan geldikten sonra üstlerini hemen değiştirmelerini sağlayın. * Arabada giderken camları açmayın. Hava değişimi için klimadan yararlanın. * Tatil için deniz kenarını tercih edin. * Dışarıda gözlük ve şapka kullanın. Gözlükleri hergün akan suyun altında yıkayın. * Çim biçmekten kaçının veya maskeyle yapın.
Milliyet
Makyajda doğallık moda
Doğallığın ön planda olduğu, makyajın, kadının güzelliğini gölgelemek yerine vurguladığı bir sezondayız. Hafif simli dudak parlatıcıları ve renkli göz kalemleri de bu yıl makyajda “olmazsa olmaz”lar arasında yer alıyor. Ayrıca gözler ön planda olacaksa dudağın arka planda, dudak ön plandaysa da gözlerin arka planda olması gerekiyor.
“Gece makyajı ağır olur” diye bir şey de yok aslında. Geceleri aşırı boyalı gözler değil, gözün içine çekilen koyu renk kalemler sonucu ortaya çıkan “buğulu” bakışlar ve uzun kirpikler “in” artık... Ancak makyajın ve yeni trendlerin temiz ve bakımlı bir ciltte güzel durduğunu unutmamakta yarar var. Dolayısıyla sadece makyaja değil, cilt bakımına da önem vermek gerekiyor. İşte makyaj ve cilt uzmanlarından makyaj ve bakım konusunda dikkat edilmesi gerekenler...
“Makyajdan önce cilt bakımı şart”
Dr. Serpil Yüksel (Flavius Estetik ve Güzellik Merkezi)
*Yaz aylarına girerken cildi özellikle kremlerle güneşten korumak önemli. Güneş nedeniyle kalıcı lekeler oluşuyor, ayrıca güneş cildin çabuk yaşlanmasına yol açıyor. *Cildin hava alması için gözeneklerin temizlenmesi lazım. *Kişiye göre cilt bakımı değişiyor. Ancak genel olarak kişilerde önce cildi temizliyoruz. Buharla siyah noktalar temizlenerek gözenekler açılıyor. Daha sonra nem maskesi uygulanıyor. “Granüllü peeling” yöntemiyle cilt yüzeyindeki ölü deri tabakası ve pürüzler gideriliyor. *Sivilceli ciltlerde “high frekans” dediğimiz sistemle sivilcelere yönelik bir program uyguluyoruz. Ayrıca oksijen maskesiyle gözeneklerin açılmasını ve cildin temizlenmesini sağlıyoruz. Bu bakımı altı haftada bir yaptırmakta yarar var. *Evde her gün sabah-akşam temizleme sütüyle cilt temizlenmeli ve bol suyla durulanmalı. Asla sabun kullanılmamalı. Çünkü sabun cildi kurutuyor. Duruladıktan sonra mutlaka alkolsüz bir tonikle, pamuk yardımıyla cildinizi silmeniz ve nemlendirici sürmeniz gerekiyor. Güneşli havada koruyucu krem sürmek şart. Makyaj ise mutlaka bu uygulamalardan sonra yapılmalı. *Cilt bakımı yapmadan ya da cildi temizlemeden önce yapılan makyaj cildi yıpratıyor. Gözenekler doluyor, sivilceler oluşuyor, cilt zayıflıyor, lekelenmeye ve kırışmaya açık oluyor.* Bakım ürünleri cilt tipine uygun olmalı. Cilt tipinizi bir dermatoloğa ya da bir medikal estetik uzmanına danışarak öğrenebilirsiniz. Mağazalardaki kozmetikçilere pek güvenmemekte yarar var.
“Bu yaz dudak parlatıcıları ve dolgun, uzun kirpikler olmazsa olmaz”
Mehmet Yıldırım
* Kadınlar artık çok makyajdan hoşlanmıyor. Türk kadını evrim geçirdi adeta. Büyük markaların Türk pazarına girmesinden sonra, doğru makyaj yapmayı hanımlarımız tam anlamıyla öğrendi.* Bu sezon özellikle eflatun, mürdüm, fuşya renkleri çok yaygın. Uçuk renkler moda. Yeşilin ise her tonu var. Baharda renkli göz kalemleri revaçta olacak. Ayrıca pembe ve bronz allıklar ön planda. Açık tenliler pembe, koyu tenliler ise bronz tonlarda allık kullanmalı. Elmacık kemiğinden şakaklara doğru, çok fazla yanaklara ve dudaklara inmeden, net hatlar yapmadan allık sürülmeli.* Mat rujlar değil de, hem parlaklık veren hem de sedefli renklerin oluşturduğu dudak parlatıcıları çok moda. Bu sezon renkli dudak parlatıcıları “olmazsa olmaz” durumda. Sadece bu parlatıcıları bile sürüp sokağa çıkılabilir.* Gece makyajı “ağır” olur diye bir şey yok. Aşırı siyahların değil, kirpiklerin ön planda olduğu, gözün içine çekilen koyu renklerde kalemler ve o kalemlerin dağıtılması sonucunda ortaya çıkan buğulu ve derin bakışlar önemli. Aşırı boyalı gözler, boyalı dudaklar asla tercih edilmiyor.* Aşırı fondöten ve pudradan kaçınılmalı. Bunlar artık hiç yok. Eskiden fondöten, pudra, rimel, far, ruj gibi şeylerin hepsi aynı anda kullanıldığında “makyaj yapmış” hissederdi kadın kendini. Mevcut güzelliklerini örtüp resim gibi olurdu suratları. Makyaj kadının güzelliğini ön plana çıkarmalı, güzelliğini gölgelememeli. Çok fazla makyaj yapmak hiçbir zaman kadını güzelleştirmez. Aksine ters teper.* Kirpiklerin modası hiç geçmedi. Kadınlar da erkekler de uzun ve güzel kirpiklerden hoşlanıyor. Dolgun ve uzun kirpik olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Kemikleşmiş bir beğeni bu. Kesinlikle bu sezon da kirpikleri dolgunlaştırıcı ve uzatıcı özelliği olan rimeli tavsiye ediyorum.
“Dolgun ve canlı dudaklar ön planda”
Neriman Eröz
* Yeşillerin, sarıların, turuncuların olduğu bir yaz bekliyor bizi bu yıl. Pırıltı ve parlaklık var ama yavaş yavaş doğala dönülen bir sezon olacak.* Beyaz çok ön planda. Ancak neon renkleri de var. Ayrıca göz makyajında geometrik desenlere de yönelinmiş durumda.* Bu yıl doğal, dolgun ve canlı dudaklar ön planda. Sert dudak kalemleri, kontürler de tercih edilmiyor pek.* Makyajda göz ön plandaysa dudak geri planda, dudak ön plandaysa gözler arka planda olmalı. Hepsinin öne çıkması yanlış.* Gündüz makyajına göre gece makyajında vurgulu dudaklar ve vurgulu gözler var. Gece biraz daha pırıltı kullanıyoruz.
“Kırmızımsı rujlar revaçta”
Oya Tolga
* Bu sezon koyu, füme ve mat renkler var. Parlaklığı da dozunda kullanabiliyoruz.* Rujlar biraz daha kırmızımsı tonlarda. Ancak burada çok vurucu bir kırmızı değil, yumuşak bir kırmızı kullanıyoruz.* Doğallık hep ön planda. Bu yıl da öyle.* Koyu renk göz makyajı aslında pek de doğal sayılmaz. Ama biz tarihten bu yana gözümüze sürme çeken ve koyu renk göz makyajını seven bir milletiz. Bize doğal geliyor olabilir.
Kaynak:Milliyet
“Gece makyajı ağır olur” diye bir şey de yok aslında. Geceleri aşırı boyalı gözler değil, gözün içine çekilen koyu renk kalemler sonucu ortaya çıkan “buğulu” bakışlar ve uzun kirpikler “in” artık... Ancak makyajın ve yeni trendlerin temiz ve bakımlı bir ciltte güzel durduğunu unutmamakta yarar var. Dolayısıyla sadece makyaja değil, cilt bakımına da önem vermek gerekiyor. İşte makyaj ve cilt uzmanlarından makyaj ve bakım konusunda dikkat edilmesi gerekenler...
“Makyajdan önce cilt bakımı şart”
Dr. Serpil Yüksel (Flavius Estetik ve Güzellik Merkezi)
*Yaz aylarına girerken cildi özellikle kremlerle güneşten korumak önemli. Güneş nedeniyle kalıcı lekeler oluşuyor, ayrıca güneş cildin çabuk yaşlanmasına yol açıyor. *Cildin hava alması için gözeneklerin temizlenmesi lazım. *Kişiye göre cilt bakımı değişiyor. Ancak genel olarak kişilerde önce cildi temizliyoruz. Buharla siyah noktalar temizlenerek gözenekler açılıyor. Daha sonra nem maskesi uygulanıyor. “Granüllü peeling” yöntemiyle cilt yüzeyindeki ölü deri tabakası ve pürüzler gideriliyor. *Sivilceli ciltlerde “high frekans” dediğimiz sistemle sivilcelere yönelik bir program uyguluyoruz. Ayrıca oksijen maskesiyle gözeneklerin açılmasını ve cildin temizlenmesini sağlıyoruz. Bu bakımı altı haftada bir yaptırmakta yarar var. *Evde her gün sabah-akşam temizleme sütüyle cilt temizlenmeli ve bol suyla durulanmalı. Asla sabun kullanılmamalı. Çünkü sabun cildi kurutuyor. Duruladıktan sonra mutlaka alkolsüz bir tonikle, pamuk yardımıyla cildinizi silmeniz ve nemlendirici sürmeniz gerekiyor. Güneşli havada koruyucu krem sürmek şart. Makyaj ise mutlaka bu uygulamalardan sonra yapılmalı. *Cilt bakımı yapmadan ya da cildi temizlemeden önce yapılan makyaj cildi yıpratıyor. Gözenekler doluyor, sivilceler oluşuyor, cilt zayıflıyor, lekelenmeye ve kırışmaya açık oluyor.* Bakım ürünleri cilt tipine uygun olmalı. Cilt tipinizi bir dermatoloğa ya da bir medikal estetik uzmanına danışarak öğrenebilirsiniz. Mağazalardaki kozmetikçilere pek güvenmemekte yarar var.
“Bu yaz dudak parlatıcıları ve dolgun, uzun kirpikler olmazsa olmaz”
Mehmet Yıldırım
* Kadınlar artık çok makyajdan hoşlanmıyor. Türk kadını evrim geçirdi adeta. Büyük markaların Türk pazarına girmesinden sonra, doğru makyaj yapmayı hanımlarımız tam anlamıyla öğrendi.* Bu sezon özellikle eflatun, mürdüm, fuşya renkleri çok yaygın. Uçuk renkler moda. Yeşilin ise her tonu var. Baharda renkli göz kalemleri revaçta olacak. Ayrıca pembe ve bronz allıklar ön planda. Açık tenliler pembe, koyu tenliler ise bronz tonlarda allık kullanmalı. Elmacık kemiğinden şakaklara doğru, çok fazla yanaklara ve dudaklara inmeden, net hatlar yapmadan allık sürülmeli.* Mat rujlar değil de, hem parlaklık veren hem de sedefli renklerin oluşturduğu dudak parlatıcıları çok moda. Bu sezon renkli dudak parlatıcıları “olmazsa olmaz” durumda. Sadece bu parlatıcıları bile sürüp sokağa çıkılabilir.* Gece makyajı “ağır” olur diye bir şey yok. Aşırı siyahların değil, kirpiklerin ön planda olduğu, gözün içine çekilen koyu renklerde kalemler ve o kalemlerin dağıtılması sonucunda ortaya çıkan buğulu ve derin bakışlar önemli. Aşırı boyalı gözler, boyalı dudaklar asla tercih edilmiyor.* Aşırı fondöten ve pudradan kaçınılmalı. Bunlar artık hiç yok. Eskiden fondöten, pudra, rimel, far, ruj gibi şeylerin hepsi aynı anda kullanıldığında “makyaj yapmış” hissederdi kadın kendini. Mevcut güzelliklerini örtüp resim gibi olurdu suratları. Makyaj kadının güzelliğini ön plana çıkarmalı, güzelliğini gölgelememeli. Çok fazla makyaj yapmak hiçbir zaman kadını güzelleştirmez. Aksine ters teper.* Kirpiklerin modası hiç geçmedi. Kadınlar da erkekler de uzun ve güzel kirpiklerden hoşlanıyor. Dolgun ve uzun kirpik olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Kemikleşmiş bir beğeni bu. Kesinlikle bu sezon da kirpikleri dolgunlaştırıcı ve uzatıcı özelliği olan rimeli tavsiye ediyorum.
“Dolgun ve canlı dudaklar ön planda”
Neriman Eröz
* Yeşillerin, sarıların, turuncuların olduğu bir yaz bekliyor bizi bu yıl. Pırıltı ve parlaklık var ama yavaş yavaş doğala dönülen bir sezon olacak.* Beyaz çok ön planda. Ancak neon renkleri de var. Ayrıca göz makyajında geometrik desenlere de yönelinmiş durumda.* Bu yıl doğal, dolgun ve canlı dudaklar ön planda. Sert dudak kalemleri, kontürler de tercih edilmiyor pek.* Makyajda göz ön plandaysa dudak geri planda, dudak ön plandaysa gözler arka planda olmalı. Hepsinin öne çıkması yanlış.* Gündüz makyajına göre gece makyajında vurgulu dudaklar ve vurgulu gözler var. Gece biraz daha pırıltı kullanıyoruz.
“Kırmızımsı rujlar revaçta”
Oya Tolga
* Bu sezon koyu, füme ve mat renkler var. Parlaklığı da dozunda kullanabiliyoruz.* Rujlar biraz daha kırmızımsı tonlarda. Ancak burada çok vurucu bir kırmızı değil, yumuşak bir kırmızı kullanıyoruz.* Doğallık hep ön planda. Bu yıl da öyle.* Koyu renk göz makyajı aslında pek de doğal sayılmaz. Ama biz tarihten bu yana gözümüze sürme çeken ve koyu renk göz makyajını seven bir milletiz. Bize doğal geliyor olabilir.
Kaynak:Milliyet
Fast food ye, zayıf kal!
İş yoğunluğundan evde yemek hazırlamaya vakit bulamayan ve her gün dışarıda yemek yemek zorunda kalanların sayısı hiç de az değil. Ancak bu durum özellikle zayıflamak ya da zayıf kalmak isteyenleri zorlar.
VKV Amerikan Hastanesi’nden diyetisyen Tuğçe Aytulu, hem dışarıda yemek yiyip hem de formda kalabilmenin püf noktalarını anlattı. İşte dışarıda düşük kalorili beslenmek için bazı ipuçları;
* Dışarıda yenecek bir yemek öncesinde -özellikle iki saat kadar önce - ufak bir atıştırma öğünü yiyin. Böylece yemeğe oturduğunuzda iştahınızı daha kolay kontrol edebilirsiniz.* Çok çiğneyin ve yavaş yiyin.* Az yağlı gıdaları tercih edin. Örneğin mönüden domates çorbası veya sebze çorbası seçecekseniz kremasız olanını tercih edin.* Mezeleri dikkatli seçin. Kızartmalar yerine zeytinyağlı, sebzeli, yoğurtlu mezeleri tercih edin.* Bazen yemeğin kendisi kadar yanındaki garnitürler de kalori bombası olabilir. Garnitür olarak kızarmış patatesler yerine patates salatası, soğan halkaları yerine çiğ veya haşlanmış sebzeler isteyin.* Makarnanıza kremalı soslar yerine, domatesli soslar koydurun.* Salatalar düşük kalorili seçenekler gibi görünse de bazen sosları nedeniyle tuzak olabilirler. Bu nedenle sosları eklenmiş salata yerine, sossuz salata isteyip sosu kendiniz görerek koymalısınız. Sos olarak limon, sirke, nar ekşisi, yoğurt gibi lezzetlendiriciler rahatlıkla tercih edilebilir.* Yağlı et seçeneklerinden uzak durun ve seçtiğiniz etin porsiyon büyüklüğünü sorun.*Beşamel sos gibi unlu soslar, yediğiniz yemeğin kalorisini artırır. Bu nedenle sossuz, fırında pişmiş, ızgara yapılmış balıklar veya beyaz etler düşük kalori almak için daha iyi tercihlerdir.*İçecek olarak meyve suları yerine ayran, soda gibi seçenekleri tercih edin.* Alkollü içecek tüketirken kadehinizi bitirmeden doldurulmasına izin vermeyin. Böylece ne miktarda içtiğinizi gözlemleyin. Alkol içeriği düşük olan içkileri tercih edin. Kokteyl gibi şeker içeriği olan içecekleri de tüketmeyin.* Zayıflama diyetlerinde tatlı bulunmaz diye düşünmeyin. Sadece seçeceğiniz tatlı tercihini doğru yapın. Hafif bir yemek üzerine meyve ağırlıklı bir tatlı, meyveli dondurma, sorbe veya kabak tatlısı gibi seçenekleri tercih edin.
Milliyet
VKV Amerikan Hastanesi’nden diyetisyen Tuğçe Aytulu, hem dışarıda yemek yiyip hem de formda kalabilmenin püf noktalarını anlattı. İşte dışarıda düşük kalorili beslenmek için bazı ipuçları;
* Dışarıda yenecek bir yemek öncesinde -özellikle iki saat kadar önce - ufak bir atıştırma öğünü yiyin. Böylece yemeğe oturduğunuzda iştahınızı daha kolay kontrol edebilirsiniz.* Çok çiğneyin ve yavaş yiyin.* Az yağlı gıdaları tercih edin. Örneğin mönüden domates çorbası veya sebze çorbası seçecekseniz kremasız olanını tercih edin.* Mezeleri dikkatli seçin. Kızartmalar yerine zeytinyağlı, sebzeli, yoğurtlu mezeleri tercih edin.* Bazen yemeğin kendisi kadar yanındaki garnitürler de kalori bombası olabilir. Garnitür olarak kızarmış patatesler yerine patates salatası, soğan halkaları yerine çiğ veya haşlanmış sebzeler isteyin.* Makarnanıza kremalı soslar yerine, domatesli soslar koydurun.* Salatalar düşük kalorili seçenekler gibi görünse de bazen sosları nedeniyle tuzak olabilirler. Bu nedenle sosları eklenmiş salata yerine, sossuz salata isteyip sosu kendiniz görerek koymalısınız. Sos olarak limon, sirke, nar ekşisi, yoğurt gibi lezzetlendiriciler rahatlıkla tercih edilebilir.* Yağlı et seçeneklerinden uzak durun ve seçtiğiniz etin porsiyon büyüklüğünü sorun.*Beşamel sos gibi unlu soslar, yediğiniz yemeğin kalorisini artırır. Bu nedenle sossuz, fırında pişmiş, ızgara yapılmış balıklar veya beyaz etler düşük kalori almak için daha iyi tercihlerdir.*İçecek olarak meyve suları yerine ayran, soda gibi seçenekleri tercih edin.* Alkollü içecek tüketirken kadehinizi bitirmeden doldurulmasına izin vermeyin. Böylece ne miktarda içtiğinizi gözlemleyin. Alkol içeriği düşük olan içkileri tercih edin. Kokteyl gibi şeker içeriği olan içecekleri de tüketmeyin.* Zayıflama diyetlerinde tatlı bulunmaz diye düşünmeyin. Sadece seçeceğiniz tatlı tercihini doğru yapın. Hafif bir yemek üzerine meyve ağırlıklı bir tatlı, meyveli dondurma, sorbe veya kabak tatlısı gibi seçenekleri tercih edin.
Milliyet
Cildinize yanlış yapmayın!
İyi nemlendirilmiş bir cilt daha güçlüdür" Doğru. Çünkü cilt bariyeri böylece maksimum koruma sağlayabilir. Cildin tüm nemini, esnekliğini ve sağlığını korumasına izin verir. Ciltteki direnç kaybını ve hatta dış etmenlerden kaynaklanan alerjileri hafifletir.
• "İyi nemlendirilmiş bir cilt daha genç görünür*
Doğru. Mekanik bir süreç sonucunda, cilt bariyerinde su tutulmasını sağlayan içerikler cildin su ile dolgunlaşmasını sağlar. Ayrıca içerikler bazal zarda etkisini gösterdiğinde bir onarma süreci oluşur.
• "Nemlendirici krem kullanılması gereken ilk anti-oging ürünüdür"
Doğru, ilk olarak, cildi anında yumuşattığı ve nemle doldurduğu için. Çünkü cildin kendi nemini üretme mekanizmasını harekete geçirmesine yardım eder, bu da cildimizin hücre ömrü için hayati bir unsurdur.
"Nemlendirici krem nemli cilde uygulandığında daha iyi nüfuz eder*
Hem doğru, hem yanlış. Epidermis bir dengeleyici losyon kullanıldıktan sonra daha geçirgen olur, ancak su uygulandığında aynı şey söz konusu değildir.
"Dengeleyici losyonlar gerçek birer bakım ürünüdür*
Doğru, ancak Avrupa'da bir çok kadın dengeleyici losyonların makyaj temizleme için kullanıldığına inanıyor. Shiseido losyon, ciltte soyma işlemi yapan ve cildi dengeleyen, kendi açısından bir cilt bakım ürünüdür. Sonrasında uygulanan kremlerin etkisini ideal seviyeye çıkarır. Japonya'da günlük bakım kürlerinin vazgeçilmez bir aşamasıdır ve yoğun faydaları vardır. Hydro-Nourishing Softener doğal soyma işlemini harekete geçirirken nemlendirici bileşeniyle cildin üst tabakasına bolca nüfuz eder. Mükemmel derecede rahatlamış olan cilt, takip eden tüm bakım ürünlerinden maksimum etkiyi alır.
• "Gece kremi kullanmak gereksizdir*
Yanlış. Ancak bir gece kremi gün boyu hasara uğramış cilt dokusunun "onarılmasına" yardımcı olabilir. Böylece uyandığınızda tümüyle taze bir görünüme sahip olursunuz!
• "Yağlı cildin de nemlendirilmeye ihtiyacı vardır"
Doğru. Uygun nemlendirme, yağlı cilde sahip kişilerin göz çevresi ve elmacık kemiklerinde kuruluktan dolayı sıklıkla karşılaştığı problemleri ortadan kaldırır. Cildin dengesini geri kazanmasına yardımcı olur. Uygun olmayan ürünler genellikle sebum üretimini tetikler.
• "Makyaj temizleyici losyonlar köpük temizleyicilere göre cilt üzerinde daha hassastır*
Doğru ve yanlış. Bu iki aşama arasındaki farkı ayırt edebilmek önemlidir. İkisinin görevleri farklıdır ve aslında birbirlerini tamamlarlar. Makyaj temizleyici makyajı çıkarmak için zorunlu bir aşamadır. Yağ bazlı olan ve suyla dururlanabilen Rinse-Off Cleansing Gel, tüm makyaj kalıntılarını yok eder. İdeal olarak, biz yorgunluk, normal cilt bakımının yanında özel bir bakım gerekmesine neden olabilir. Haftada bir veya iki kez kullanılacak Purifying Mask cildin mat görünümü yerine sağlıklı bir parlaklık verirken, Moisture Relaxing Mask ise yorgun görünen cilde enerji vererek sıkılık sağlayacaktır.
• "30 yaşına gelindiğinde, 20'li yaşlarda kullanılan kremden daha fazJa nem verecek bir krem kullanılması gerekir*
Doğru. Özellikle de cildinizde bazen matlık sorunu oluşuyorsa ya da cildinizin daha kuru ve belirli bölgelerde pul pul olduğunu hissediyorsanız ve göz çevrenizde ince çizgiler oluşmaya başlamışsa. Yaşlanma geri döndürülemez bir oluşumdur ve 20'li yaşlarda başlar. 30 yaşına gece Extra Cleansing Foam da kullanılmasını tavsiye ediyoruz, vakti olmayanlar bu ürünü duşta bile kullanabilirler. Makyaj yapmayan kadınların tabii ki yalnızca Extra Cleansing Foam kullanması yeterlidir.
• "Göz çevresi için özel bir ürün kullanmak gerekir*
Doğru. Çünkü göz kapaklarındaki epidermis dört kat daha ince ve hassastır. Aynı zamanda daha hareketli bir bölgedir ve yaşlanma etkilerine karşı daha hassastır. Son olarak, göze yakınlığı en üst derecede hassas formüller gerektirir. Göz çevresi, koyu halkalar, torbalanma ve ince çizgiler gibi bir çok farklı problemin görüldüğü bir noktadır. Shiseido The Skincare serisi hassas göz bölgesi için ideal koşulları sağlamak amacıyla Eye Moisture Recharge ürününü sunar.
• "Cilt uygulanmakta olan kremden bıktığında, krem daha az etki göstermeye başlar"
Bir ürünün uzun süreli olarak kullanıldığında daha az etki gösterdiğini kanıtlayan bir araştırma bulunmamaktadır. Buna rağmen, cildin verdiği sinyallere dikkat etmeniz gerekir. Aşırı stres veya gelindiğinde, cildinizde oluşmuş hasarların ilk işaretlerine karşı harekete geçme zamanıdır ve bu anlamda ilk hasar nem kalitesinde düşme olarak ortaya çıkar. Yuzu çekirdeği özü sayesinde, Shiseido The Skincare bakım serisi, nem kalitesini ve miktannı artırabilmeniz için nem mekanizmasını hedef almanızı, böylece 30 yaşındayken de 20 yaşındaki kodar canlı bir cilde sahip olmanızı sağlar
Formsante Dergisi
• "İyi nemlendirilmiş bir cilt daha genç görünür*
Doğru. Mekanik bir süreç sonucunda, cilt bariyerinde su tutulmasını sağlayan içerikler cildin su ile dolgunlaşmasını sağlar. Ayrıca içerikler bazal zarda etkisini gösterdiğinde bir onarma süreci oluşur.
• "Nemlendirici krem kullanılması gereken ilk anti-oging ürünüdür"
Doğru, ilk olarak, cildi anında yumuşattığı ve nemle doldurduğu için. Çünkü cildin kendi nemini üretme mekanizmasını harekete geçirmesine yardım eder, bu da cildimizin hücre ömrü için hayati bir unsurdur.
"Nemlendirici krem nemli cilde uygulandığında daha iyi nüfuz eder*
Hem doğru, hem yanlış. Epidermis bir dengeleyici losyon kullanıldıktan sonra daha geçirgen olur, ancak su uygulandığında aynı şey söz konusu değildir.
"Dengeleyici losyonlar gerçek birer bakım ürünüdür*
Doğru, ancak Avrupa'da bir çok kadın dengeleyici losyonların makyaj temizleme için kullanıldığına inanıyor. Shiseido losyon, ciltte soyma işlemi yapan ve cildi dengeleyen, kendi açısından bir cilt bakım ürünüdür. Sonrasında uygulanan kremlerin etkisini ideal seviyeye çıkarır. Japonya'da günlük bakım kürlerinin vazgeçilmez bir aşamasıdır ve yoğun faydaları vardır. Hydro-Nourishing Softener doğal soyma işlemini harekete geçirirken nemlendirici bileşeniyle cildin üst tabakasına bolca nüfuz eder. Mükemmel derecede rahatlamış olan cilt, takip eden tüm bakım ürünlerinden maksimum etkiyi alır.
• "Gece kremi kullanmak gereksizdir*
Yanlış. Ancak bir gece kremi gün boyu hasara uğramış cilt dokusunun "onarılmasına" yardımcı olabilir. Böylece uyandığınızda tümüyle taze bir görünüme sahip olursunuz!
• "Yağlı cildin de nemlendirilmeye ihtiyacı vardır"
Doğru. Uygun nemlendirme, yağlı cilde sahip kişilerin göz çevresi ve elmacık kemiklerinde kuruluktan dolayı sıklıkla karşılaştığı problemleri ortadan kaldırır. Cildin dengesini geri kazanmasına yardımcı olur. Uygun olmayan ürünler genellikle sebum üretimini tetikler.
• "Makyaj temizleyici losyonlar köpük temizleyicilere göre cilt üzerinde daha hassastır*
Doğru ve yanlış. Bu iki aşama arasındaki farkı ayırt edebilmek önemlidir. İkisinin görevleri farklıdır ve aslında birbirlerini tamamlarlar. Makyaj temizleyici makyajı çıkarmak için zorunlu bir aşamadır. Yağ bazlı olan ve suyla dururlanabilen Rinse-Off Cleansing Gel, tüm makyaj kalıntılarını yok eder. İdeal olarak, biz yorgunluk, normal cilt bakımının yanında özel bir bakım gerekmesine neden olabilir. Haftada bir veya iki kez kullanılacak Purifying Mask cildin mat görünümü yerine sağlıklı bir parlaklık verirken, Moisture Relaxing Mask ise yorgun görünen cilde enerji vererek sıkılık sağlayacaktır.
• "30 yaşına gelindiğinde, 20'li yaşlarda kullanılan kremden daha fazJa nem verecek bir krem kullanılması gerekir*
Doğru. Özellikle de cildinizde bazen matlık sorunu oluşuyorsa ya da cildinizin daha kuru ve belirli bölgelerde pul pul olduğunu hissediyorsanız ve göz çevrenizde ince çizgiler oluşmaya başlamışsa. Yaşlanma geri döndürülemez bir oluşumdur ve 20'li yaşlarda başlar. 30 yaşına gece Extra Cleansing Foam da kullanılmasını tavsiye ediyoruz, vakti olmayanlar bu ürünü duşta bile kullanabilirler. Makyaj yapmayan kadınların tabii ki yalnızca Extra Cleansing Foam kullanması yeterlidir.
• "Göz çevresi için özel bir ürün kullanmak gerekir*
Doğru. Çünkü göz kapaklarındaki epidermis dört kat daha ince ve hassastır. Aynı zamanda daha hareketli bir bölgedir ve yaşlanma etkilerine karşı daha hassastır. Son olarak, göze yakınlığı en üst derecede hassas formüller gerektirir. Göz çevresi, koyu halkalar, torbalanma ve ince çizgiler gibi bir çok farklı problemin görüldüğü bir noktadır. Shiseido The Skincare serisi hassas göz bölgesi için ideal koşulları sağlamak amacıyla Eye Moisture Recharge ürününü sunar.
• "Cilt uygulanmakta olan kremden bıktığında, krem daha az etki göstermeye başlar"
Bir ürünün uzun süreli olarak kullanıldığında daha az etki gösterdiğini kanıtlayan bir araştırma bulunmamaktadır. Buna rağmen, cildin verdiği sinyallere dikkat etmeniz gerekir. Aşırı stres veya gelindiğinde, cildinizde oluşmuş hasarların ilk işaretlerine karşı harekete geçme zamanıdır ve bu anlamda ilk hasar nem kalitesinde düşme olarak ortaya çıkar. Yuzu çekirdeği özü sayesinde, Shiseido The Skincare bakım serisi, nem kalitesini ve miktannı artırabilmeniz için nem mekanizmasını hedef almanızı, böylece 30 yaşındayken de 20 yaşındaki kodar canlı bir cilde sahip olmanızı sağlar
Formsante Dergisi
25 adımda yağları atın!
Kilo verme işini gözünüzde büyütmeyin. Kolayca uygulayabileceğiniz bu yöntemlerle zayıflayabilirsiniz.
Kilo vermeye başlamak için ihtiyacınız olan tek şey 1 dakika! İşte aldığınız kalorileri azaltmak ve daha çok yağ yakabilmek için tam 25 tane öneri. Üstelik de uygulanmaları çok kolay. Yapmanız gerekense, bu önerileri günlük hayata geçirmek. Eğer hali hazırda diyet yapıyorsanız, bunları uygulayarak kilo vermenizi hızlandırabilirsiniz.
1. Karıştırın
Sevdiğiniz meyve suyunu maden suyuyla karıştırın. Bunu yaparken, normalde içtiğiniz meyve suyunun yarısını kullanacağınız için, aldığınız kaloriyi önemli miktarda azaltmış olursunuz. Hele de meyve sularının bolca tüketildiği şu sıcak yaz günlerinde.
2. Telsiz telefon kullanın
En yakın arkadaşınıza günün sıcak dedikodularını verirken, aynı zamanda da kalori yakmaya ne dersiniz? Çamaşırları yıkayın (68 kalori), masayı hazırlayın (85 kalori), ya da çiçekleri sulayın (102 kalori). (Bu değerler, 68 kiloluk bir kişi ve yarım saat üzerinden geçerlidir.)
3. Çiklet çiğneyin
Yakın zamanda yapılan bazı araştırmalara göre, tüm gün şekersiz (tatlandırıcılı/damla sakızlı) çiklet çiğnemek metabolizma hızınızı yüzde 20 oranında artırıyormuş. Biz araştırmacıların yalancısıyız!
4. Abur cuburların karşılığını nakit ödeyin
Ne zaman biri size abur cubur, ya da yememeniz gereken bir şey önerdiğinde kabul ederseniz, kenara bir 500 yüz bin lira koyup, bunu çocuğunuza, kardeşinize, ya da dilencilere verin. Paracıklar cebinizden eksilmeye başladığında, hayır demeyi de öğreneceksiniz.
5. Ambalaja dikkat edin
Ambalaj üzerlerini iyice okuyun. Çünkü kalori değerleri genellikle 100 gram üzerinden bildirilir. Oysa yediğiniz şey, 100 gramdan fazlaysa çok daha fazla kalori alıyorsunuz demektir.
6. Yürüyüşe çıkmadan önce yeşil çay için
Kafein yağ asitlerinin açığa çıkmasını sağlar. Böylece daha kolay yağ yakarsınız. Ayrıca yeşil çayda bulunan polifenoller (antioksidan bileşikler), kafeinle birleşerek yakılan kalori miktarını artırırlar. Ancak eğer yüksek tansiyonunuz varsa, bu öneriyi dikkate almayınız.
7. Yemeğinizi evden getirin
Dışarıda yemek genellikle daha çok kalori almanıza neden olur. Dışarıda bulmanın zor olduğu şeyleri evde hazırlayıp yanınızda getirebilirsiniz.
8. İlla da salata sosu istiyorsanız…
O zaman bu tarife göre kendi salata sosunuzu yapın. Çünkü bu sosta bulunan yağ miktarı 1.5 gr ve içerdiği kalori de sadece 20'dir.
• 1 çay kaşığı balsamik sirke• Çeyrek çay kaşığı zeytinyağı• 3/4 çay kaşığı dijon hardalı• Çeyrek çay kaşığı yaban turbu
9. Kan testi yaptırın
Yaklaşık 12 kadından birinin tiroid bezleri yeterince iyi çalışmıyor ve bu da metabolizmayı yavaşlatan etkenlerden.
10. Suyu tercih edin
Meşrubat tercihinizi sudan yana kullanın. Yanınızda şişe bulundurmak faydalı olabilir.
11. Tat alma duyunuzu yanıltın
Öksürük için olan mentollü drajelerden bir taneyi ağzınızda eritmek, canınız bir şey çektiğinde, bu duyguyu köreltebilir.
12. Baharatları kullanın
Örneğin yediklerinize acı eklemek, daha uzun bir zamanda acıkmanıza yardımcı olabilir.
13. İçtiniz mi beyaz için
Su gibi, az yağlı sütün de doyurucu etkisi vardır. Üstelik kalsiyum açısından da zengindir ve tok tutar.
14. Salata malzemelerini doğramayın, dilimleyin
Salatanız, sadece yeşilliklerden oluşmak zorunda değil. Havuç, kereviz, kabak ve diğer sebzeler de kullanılabilir. Ama bunları ince ince doğramak yerine, büyük parçalar halinde kesin. Hem yemesi daha uzun sürer, hem de daha çok çiğnersiniz. Bu da daha çabuk doymanızı ve ana yemekten daha az yemenizi sağlar.
15. Bir dostunuzu arayın
Yalnız hissediyorsanız, kendinizi yemeğe vurmak yerine telefonu elinize almayı tercih edin.
16. Yediklerinizi yazın
Bu, neyi ne kadar yediğinizi bildiğiniz için, kendinizi kontrol etmenize yardımcı olur.
17. Uzaktan kumandayı emekliye ayırın
Uzaktan kumanda gibi aletler işinizi kolaylaştırmakla beraber, sizleri hareketsizleştirir.
18. Sprey yağları tercih edin
Böylece normalde kullandığınızdan çok daha az yağ kullandığınızı fark edeceksiniz.
19. Alırken küçüğünü tercih edin
Örneğin çikolata mı satın aldınız, bir bar yerine, bir paket almak demek, yüzde 44 daha fazla yemeniz demek. Riske girmeye gerek yok, küçüğünü alın, kaloriyi azaltın.
20. Yemeği pişirmeden önce ölçün
Makarna, pilav gibi besinleri yerken, miktarı kaçırıp daha çok yiyebilirsiniz. Oysa baştan yemeniz gereken kadarını ölçüp pişirirseniz, bu sorun ortadan kalkmış olur. Şöyle söyleyelim, 4 kaşık makarna ya da pilav, 1 dilim ekmeğe eşittir.
21. Aynasız yemek olmaz
Yemek yerken kendinize aynada bakmak, yüzde 22-32 daha az yemenizi sağlar.
22. Kutuyu açmadan önce bekleyin
Dondurma kutusunu açmadan önce, 10 mekikle, 10 şınav çekin. Bu hem atıştırma arzunuzu öldürebilir, hem de vücudunuzla sizi tekrar iletişime sokarak, amaçlarınızı size hatırlatabilir.
23. Çorbanız koyusundan olsun
İçinde büyük sebze parçaları olan çorba içen kişilere bakılacak olursa, hem daha çabuk doyuluyormuş, hem de yüzde 20 daha az yeniliyormuş.
24. Balık yemeyi ihmal etmeyin
Balık, son derece sağlıklı bir yağ tipi olan omega-3 yağ asitlerini içerir. Omega-3 açısından zengin balıklar, tonbalığı, uskumru, somon ve morina balığıdır. Diyet yapan kişilere bakılacak olursa, her gün balık tüketenler, diyetlerinde balık olmayanlara oranla yüzde 20 daha fazla kilo kaybetmişler.
25. Biraz da ilhama ihtiyacınız var
Bazen ihtiyacınız olan motivasyonu gene ancak kendiniz sağlayabilirsiniz. Bu nedenle hazırlıklı olun ve buzdolabı, mutfak kapısı, bisküvilerin durduğu dolap, ya da bilgisayar gibi yerlere sizi motive edecek yazılar yapıştırın. Örneğin: "Bir gofrete yenilmeyeceksin değil mi? Ne de olsa uzun bir yol katettin ve çok başarılı oldun."
Kaynak:Hürriyet
Kilo vermeye başlamak için ihtiyacınız olan tek şey 1 dakika! İşte aldığınız kalorileri azaltmak ve daha çok yağ yakabilmek için tam 25 tane öneri. Üstelik de uygulanmaları çok kolay. Yapmanız gerekense, bu önerileri günlük hayata geçirmek. Eğer hali hazırda diyet yapıyorsanız, bunları uygulayarak kilo vermenizi hızlandırabilirsiniz.
1. Karıştırın
Sevdiğiniz meyve suyunu maden suyuyla karıştırın. Bunu yaparken, normalde içtiğiniz meyve suyunun yarısını kullanacağınız için, aldığınız kaloriyi önemli miktarda azaltmış olursunuz. Hele de meyve sularının bolca tüketildiği şu sıcak yaz günlerinde.
2. Telsiz telefon kullanın
En yakın arkadaşınıza günün sıcak dedikodularını verirken, aynı zamanda da kalori yakmaya ne dersiniz? Çamaşırları yıkayın (68 kalori), masayı hazırlayın (85 kalori), ya da çiçekleri sulayın (102 kalori). (Bu değerler, 68 kiloluk bir kişi ve yarım saat üzerinden geçerlidir.)
3. Çiklet çiğneyin
Yakın zamanda yapılan bazı araştırmalara göre, tüm gün şekersiz (tatlandırıcılı/damla sakızlı) çiklet çiğnemek metabolizma hızınızı yüzde 20 oranında artırıyormuş. Biz araştırmacıların yalancısıyız!
4. Abur cuburların karşılığını nakit ödeyin
Ne zaman biri size abur cubur, ya da yememeniz gereken bir şey önerdiğinde kabul ederseniz, kenara bir 500 yüz bin lira koyup, bunu çocuğunuza, kardeşinize, ya da dilencilere verin. Paracıklar cebinizden eksilmeye başladığında, hayır demeyi de öğreneceksiniz.
5. Ambalaja dikkat edin
Ambalaj üzerlerini iyice okuyun. Çünkü kalori değerleri genellikle 100 gram üzerinden bildirilir. Oysa yediğiniz şey, 100 gramdan fazlaysa çok daha fazla kalori alıyorsunuz demektir.
6. Yürüyüşe çıkmadan önce yeşil çay için
Kafein yağ asitlerinin açığa çıkmasını sağlar. Böylece daha kolay yağ yakarsınız. Ayrıca yeşil çayda bulunan polifenoller (antioksidan bileşikler), kafeinle birleşerek yakılan kalori miktarını artırırlar. Ancak eğer yüksek tansiyonunuz varsa, bu öneriyi dikkate almayınız.
7. Yemeğinizi evden getirin
Dışarıda yemek genellikle daha çok kalori almanıza neden olur. Dışarıda bulmanın zor olduğu şeyleri evde hazırlayıp yanınızda getirebilirsiniz.
8. İlla da salata sosu istiyorsanız…
O zaman bu tarife göre kendi salata sosunuzu yapın. Çünkü bu sosta bulunan yağ miktarı 1.5 gr ve içerdiği kalori de sadece 20'dir.
• 1 çay kaşığı balsamik sirke• Çeyrek çay kaşığı zeytinyağı• 3/4 çay kaşığı dijon hardalı• Çeyrek çay kaşığı yaban turbu
9. Kan testi yaptırın
Yaklaşık 12 kadından birinin tiroid bezleri yeterince iyi çalışmıyor ve bu da metabolizmayı yavaşlatan etkenlerden.
10. Suyu tercih edin
Meşrubat tercihinizi sudan yana kullanın. Yanınızda şişe bulundurmak faydalı olabilir.
11. Tat alma duyunuzu yanıltın
Öksürük için olan mentollü drajelerden bir taneyi ağzınızda eritmek, canınız bir şey çektiğinde, bu duyguyu köreltebilir.
12. Baharatları kullanın
Örneğin yediklerinize acı eklemek, daha uzun bir zamanda acıkmanıza yardımcı olabilir.
13. İçtiniz mi beyaz için
Su gibi, az yağlı sütün de doyurucu etkisi vardır. Üstelik kalsiyum açısından da zengindir ve tok tutar.
14. Salata malzemelerini doğramayın, dilimleyin
Salatanız, sadece yeşilliklerden oluşmak zorunda değil. Havuç, kereviz, kabak ve diğer sebzeler de kullanılabilir. Ama bunları ince ince doğramak yerine, büyük parçalar halinde kesin. Hem yemesi daha uzun sürer, hem de daha çok çiğnersiniz. Bu da daha çabuk doymanızı ve ana yemekten daha az yemenizi sağlar.
15. Bir dostunuzu arayın
Yalnız hissediyorsanız, kendinizi yemeğe vurmak yerine telefonu elinize almayı tercih edin.
16. Yediklerinizi yazın
Bu, neyi ne kadar yediğinizi bildiğiniz için, kendinizi kontrol etmenize yardımcı olur.
17. Uzaktan kumandayı emekliye ayırın
Uzaktan kumanda gibi aletler işinizi kolaylaştırmakla beraber, sizleri hareketsizleştirir.
18. Sprey yağları tercih edin
Böylece normalde kullandığınızdan çok daha az yağ kullandığınızı fark edeceksiniz.
19. Alırken küçüğünü tercih edin
Örneğin çikolata mı satın aldınız, bir bar yerine, bir paket almak demek, yüzde 44 daha fazla yemeniz demek. Riske girmeye gerek yok, küçüğünü alın, kaloriyi azaltın.
20. Yemeği pişirmeden önce ölçün
Makarna, pilav gibi besinleri yerken, miktarı kaçırıp daha çok yiyebilirsiniz. Oysa baştan yemeniz gereken kadarını ölçüp pişirirseniz, bu sorun ortadan kalkmış olur. Şöyle söyleyelim, 4 kaşık makarna ya da pilav, 1 dilim ekmeğe eşittir.
21. Aynasız yemek olmaz
Yemek yerken kendinize aynada bakmak, yüzde 22-32 daha az yemenizi sağlar.
22. Kutuyu açmadan önce bekleyin
Dondurma kutusunu açmadan önce, 10 mekikle, 10 şınav çekin. Bu hem atıştırma arzunuzu öldürebilir, hem de vücudunuzla sizi tekrar iletişime sokarak, amaçlarınızı size hatırlatabilir.
23. Çorbanız koyusundan olsun
İçinde büyük sebze parçaları olan çorba içen kişilere bakılacak olursa, hem daha çabuk doyuluyormuş, hem de yüzde 20 daha az yeniliyormuş.
24. Balık yemeyi ihmal etmeyin
Balık, son derece sağlıklı bir yağ tipi olan omega-3 yağ asitlerini içerir. Omega-3 açısından zengin balıklar, tonbalığı, uskumru, somon ve morina balığıdır. Diyet yapan kişilere bakılacak olursa, her gün balık tüketenler, diyetlerinde balık olmayanlara oranla yüzde 20 daha fazla kilo kaybetmişler.
25. Biraz da ilhama ihtiyacınız var
Bazen ihtiyacınız olan motivasyonu gene ancak kendiniz sağlayabilirsiniz. Bu nedenle hazırlıklı olun ve buzdolabı, mutfak kapısı, bisküvilerin durduğu dolap, ya da bilgisayar gibi yerlere sizi motive edecek yazılar yapıştırın. Örneğin: "Bir gofrete yenilmeyeceksin değil mi? Ne de olsa uzun bir yol katettin ve çok başarılı oldun."
Kaynak:Hürriyet
Dünyanın dört köşesinden sağlık sırları
Sağlık ve beslenme uzmanları, dünya kültürlerinin sağlıklı kalma sırlarını derledi.The Sun gazetesinin sağlık ve beslenme uzmanları, dünya kültürlerinin sağlıklı kalma sırlarını derledi.Buna göre her milletin yüzyıllardır kendine göre sağlıklı kalma yöntemleri bulunuyor. İspanya: Viva siesta İspanya’da yapılan bir araştırma, haftada 3 kez öğle yemeğinden sonra 30 dakika şekerleme yapanların, kalp krizi riskini yüzde 37 azalttığını ortaya koydu. İşten vakit kalmıyorsa, en azından her gün gözlerinizi düzenli aralıklarla birer dakika kapatın. Çin: Müzik ruhun gıdasıdırÇinlilerin yüz yılı aşkın bir süre yaşamasının sebeplerinden biri de çalışırken bir yandan da şarkı söylemeleri. Araştırmalara göre şarkılara eşlik etmek stresi azaltıyor.Almanya: Sağlığına içiyorumAlman kültüründe önemli bir yeri olan bira, günde bir bardak tüketildiğinde silisyum maddesi sayesinde kemikleri güçlendiriyor. Ancak fazlası kemik yoğunluğuna zarar veriyor.İtalya: İş kalabalık ailede Avrupa’nın en sağlıklı milleti İtalyanlar, bunu kalabalık aileler halinde yaşamalarına borçlu. Araştırmalara göre sosyal insanlar uzun yaşıyor. İtalyan kültürünün önemli bir parçası olan kahveyi ise üzerine tarçın serperek deneyin. Tarçın, kan şekerini düzenliyor, şeker hastalığı ve yüksek kolesterolle savaşıyor.Hindistan: Baharat ve kuruyemişUzmanlara göre Hintlilerde bunamaya nadir rastlanmasında, ülkenin baharatlı mutfağı önemli bir rol oynuyor. Safran, Alzheimer hastalığı ile savaşıyor, kişniş ve kimyon, kanser ve astım riskini düşürüyor.Fransa: Mini porsiyon uzun yaşamHer 10 Fransız’dan sadece biri obezken, ABD’de bu oran yüzde 50’yi buluyor. Fransa ince kadınlarıyla ünlü. Bunun nedeni ise yiyecekleri küçük porsiyonlar halinde tüketmeleri..Yemeğinizi kendiniz pişirin ve akşam yemeğinin öğle yemeğinden büyük olmamasına özen gösterin.Yunanistan: Taze sebze ve meyveBalık, az miktarda kırmızı et, bol bol meyve ve sebzeden oluşan akdeniz mutfağı, kanser, kalp hastalıkları ve felç riskini azaltıyor. Sarmısak ve zeytinyağı, kalp dostu doymamış yağ asitleri ve E vitaminiyle kırışıklıkları önlüyor.
Vatan
Vatan
Şeker hastaları yüksek topuklu ayakkabı giymesin
35 yaşındayım ve bir yıldır şeker hastasıyım. Bir gün ayağımın kesilmesinden çok korkuyorum. Bu durumu nasıl engellerim? Didem U./İstanbul Diyabet hastalarının ayak problemleri klasiktir. Yüksek kan şekeri; sinir hasarı yaratarak ve kan dolaşımını bozarak ayak problemlerine neden olabiliyor. Ama hemen korkmayın. Korkmak yerine ayak bakımınızı ihmal etmeyin. Nasıl ki kan şekeri, yüksek tansiyon ve kolesterol kontrollerinize dikkat ediyorsanız, ayak bakımınızı da ihmal etmemeniz gerekir. Üstelik bunu bir hobi olarak da yapabilirsiniz. İşte yapmanız gerekenler:* Öncelikle düzenli ayak temizliği yapmayı alışkanlık edinin. Bu sizi aynı zamanda dinlendirir. Cildinizi tahriş etmeyecek bir sabun ve ılık suyla ayaklarınızı her gün yıkayın. Ayaklarınızı tamponlayarak kurulayın ve hafif nemlendirici özelliği olan bir krem kullanın. Tırnaklarınızı da bu temizlik sonrasında kesmenizde fayda var. Batık oluşmaması için ayak tırnaklarınızın kenarlarını kesmemeye özen gösterin. Görme probleminiz varsa yardım alın.* Ayaklarınızı her gün kendi kendinize muayene edin. Kuru, çatlamış bir cildiniz mi var? Yoksa cildinizde su toplamaları, kesikler ve çizikler mi bulunuyor? Tırnak batmaları ve nasırları da atlamayın. Ayrıca şişlik, sıcaklık, kırmızılık gibi yangısal belirtilere karşı da temkinli olun. Ayaklarınızda iyileşmeyen bir yara, mantarımsı bir görüntü, tırnak batması, enfeksiyon, ağrı veya his kaybı olursa sorunu geçiştirmeyin ve en kısa zamanda doktorunuza başvurun. Erken ve doğru tedavilerle, ayaklarınızda kalıcı kusurlar oluşmasını önleyebilirsiniz.* Ayakkabı seçimi çok önemlidir. Yüksek topuklu ve ayak parmaklarınıza baskı uygulayacak ayakkabılar yerine, mutlaka rahat ettiğiniz ve ayağınızı vurmayacak bir ayakkabı kullanın. Ayakkabı alırken ucunun büyük ayak parmağınızdan biraz daha uzun olmasına gayret edin. Yeni bir ayakkabıyı uzun saatler boyunca giymeyin. Sentetik çoraplar yerine koton ya da yün gibi doğal malzemeden yapılmış çorapları tercih edin. Bu önlemlerle kan şekerinizi kontrol altına alamayabilirsiniz. Çünkü çok da etkili değillerdir. Bu nedenle kan şekeri seviyenizi de, sık sık kontrol ettirmenizi tavsiye ediyorum.
Sabah
Sabah
Saman nezlesinden korunun
Kulak-Burun-Boğaz Uzmanı Op. Dr. Süreyya Şeneldir, baharda yaygınlaşan saman nezlesinden korunmak için yapılması gerekenleri sıraladı: "Polenlerin fazla uçuştuğu sabah saatlerinde açık havaya çıkmayın. Açık havada spor yapmayın. Her akşam saçlarınızı yıkayın. Arabada camları açmayın. Onun yerine klimayı kullanın."
sabah
sabah
Sık ve az yiyerek kilo versin
Çocuğunuz için yapabileceğiniz en iyi şey; onu abur bucur alışkanlığından vazgeçirmektir. Obezite tedavisiyle ilgili birçok diyet örneği vardır. Bunları bilinçsizce uygulamak yanlış olur. Gencin uygulayacağı diyet, onun ve ailenin yeme kalıbına uygun olarak, gence özel hazırlanmalıdır. Diyetin gencin büyüme ihtiyaçlarını ve günlük aktivitesini içermesine dikkat edilmelidir. Bu nedenle diyet listesi doktor gözetiminde, bir diyetisyen tarafından hazırlanmalıdır. Diyet yapan bir genç, her hafta kilo veremeyebilir. Bu durum onun diyete uymadığını göstermez. Diyette demir, çinko ve vitaminler eksik alınmamalıdır. Diyet ana ve ara öğünlerden oluşmalıdır. Büyük bir öğün yerine sık ve küçük öğünler tercih edilmelidir. Porsiyon büyüklüğü bel ölçülerinin genişlemesinin sorumlusudur. Tabak ebatlarını küçültüp, çocuklarınıza yemek porsiyonlarını az verin. Zeytinyağını tercih edin ve yemeklerin suyunu tabağa koymayın
Kaynak:Sabah
Kaynak:Sabah
Gençlere şişmanlıkla savaşma taktikleri
* Gençlere günde en az 45 dakika tempolu yürüyüş, hafif koşu, ip atlama, merdiven inip çıkma ya da bisiklete binme gibi egzersizler öneriyoruz. Ama gençler bunların dışında istedikleri herhangi bir sporu da yapabilirler.* Öğün atlanmamalıdır. Az ve sık yemek yenmeli ve günde 6 öğün beslenilmelidir. Midede devamlı tokluk hissi olmalı, öğün miktarları azaltılmalı ve mide hacmi küçültülmelidir.* Evde salatalık ve marul gibi yeşillikler bulundurulmalı, acıktıkça kalori değerleri çok düşük olan bu besinler tüketilmelidir. İKİ SAAT TV YETER* Televizyon karşısında geçirilen zaman mutlaka azaltılmalıdır. Amerikan Pediatri Akademisi, ebeveynlerin çocuk ve ergenlerin televizyon ve video seyretme süresini, günde en çok iki saatle sınırlandırmasını tavsiye etmiştir. Bu süre internet başında geçirilen süreyi de kapsamalıdır. Uzun süre bilgisayar başında kalınacaksa, iki saatte bir 10-15 dakika ara verilmeli, 10-15 dakika hareket edip sonra tekrar bilgisayar başına dönülmelidir. İngiltere'de televizyonun sık seyredildiği primetime kuşağında çocukların kilo almasına yol açacak besinlerin reklamı yapılmaktadır.* Beslenme düzeninin oluşturulması ve yaşam biçiminin değiştirilmesi yalnız genci değil, tüm aileyi kapsamalıdır.* Ailenin beslenme alışkanlıkları, çocuğun beslenmesine göre değiştirilmelidir. FAST-FOOD'DAN KAÇINILMALI* Obezite tedavisi uzun süren ve sabır isteyen bir iştir. Bu konuda ailenin desteği çok önemlidir. Ailenin hayalkırıklığına uğramaması, sabırlı olması ve çocuğu yönlendirmesi gerekmektedir.* Çocukların boş zamanlarını değerlendirecek uğraşları olmalı ve sıkıldıklarında yemek yemeleri engellenmelidir.* Okulların ders programlarında, mutlaka fiziksel aktiviteler de olmalıdır.* Fast-food gıdalardan kaçınılmalıdır.* Gence kızarmış ve yağ içeriği fazla olan yiyecekler verilmemeli, sebze ve meyve yeme alışkanlığı kazandırılmalıdır.* Ailenin beslenme alışkanlıkları, çocuğun beslenmesine göre değiştirilmelidir. HIZLI YEMEMEK GEREKİR!* Tatlılardan ve besin değeri düşük yiyeceklerden kaçınılmalıdır.* Düzenli ve sağlıklı yemek yeme alışkanlığı, okul programlarına da girmelidir.* Obezite oluşumunda tüketilen besinlerin kalori içeriği kadar, yemeklerin yenme hızı da önemlidir. Yemek ne kadar hızlı yenirse, yemeğin bitmesinden önce gelişen doygunluk hissi de o kadar az olur. Bu nedenle yavaş yavaş yemek ve lokmaları iyi çiğnemek gerekir.* Şekerli ve gazlı içeceklerin tüketimi mümkün olduğunca azaltılmalıdır.* Arabaya binmek yerine, gidilecek yere kadar yürünmeli veya buna olanak varsa bisiklete binilmelidir.* Özellikle hafta sonları, ailece spor yapma olanakları yaratılmalıdır.* Yiyecek ödülü vermekten, sakız çiğnemekten kaçınılmalıdır.
Kaynak:Sabah
Kaynak:Sabah
Zayıflamayan 10 gençten 7'si hep şişman kalacak!
Sıfır beden modası da, obezite de gençlere zarar veriyor. Gençlerin kilosunu sağlıklı bir ölçüde tutmak gerekiyor. Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, gençlik yıllarını şişman geçiren her 10 kişiden 7'sinin, hayatı boyunca kilo sorunu yaşadığını söylüyor..
Acıbadem Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi, Büyüme ve Ergenlik Bölüm Sorumlusu Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, ergenlik dönemindeki gençlerin beslenme sorunlarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı: * Ergenlik dönemindeki gençlerin beslenmesinde nelere dikkat edilmeli? Ergenlerde terleme arttığı için bol su içmeleri gerekir. Başta ABD ve Kanada olmak üzere birçok gelişmiş ülke, ergenlere D vitamini desteği önermektedir. D vitamininin aktif hale gelmesi için güneş ışığına ihtiyaç vardır. Ergenler güneş ışığından yeterince faydalanmalıdır. Et, balık, tavuk, yumurta ve kurubaklagillerin içinde bulunduğu protein grubundan günde en az iki porsiyon almak gerekir. Bir öğünde balık, et, tavuk veya yumurta; diğer öğünde ise baklagiller tercih edilirse, günlük ihtiyaç karşılanır. Her gün iki su bardağı süt içmek dengeli beslenmek için ilk koşuldur. Süt yerine aynı miktarda yoğurt da yenebilir. İki kibrit kutusu kadar beyaz peynir, bir su bardağı sütle eşdeğerdir. Bir öğün peynir, bir öğün süt veya yoğurt alınarak, bu gruba duyulan gereksinim karşılanabilir. Sebze ve meyve grubundan günde en az üç porsiyon alınmalıdır. Bir günde iki adet meyve ve bir salata yendiğinde, bu gruba olan gereksinim karşılanmış olur. Sebze yemekleri de sıklıkla tüketilmelidir. Yeşil yapraklı sebzeler ve turunçgiller vitamin ve mineral yönünden zengindir. Ayrıca, her öğünde bir-iki dilim ekmek ve öğünlerden birinde pilav veya makarna da yenebilir. HAREKET ETMEK ŞART! * Gençlik döneminde alınan kilolardan kurtulmak için ne yapmak gerekir? Obez ergenlerin, obezitelerinden ergenlik döneminde kurtulmaları gerekir. Aksi taktirde, her 10 ergenin 7'si erişkin hayatına obez olarak devam eder. Ergenlik döneminde düzenli beslenmenin ve hareketin çok fazla önemi vardır. Fast-food ve bilgisayar, ergenlerin hayatına bu kadar çok girmişken, ailelerin mutlaka ergenlerin yaşam tarzına hareketi sokmaları gerekir. KÜÇÜK AİLEDE RİSK FAZLA * Obezite ergenlik dönemi üzerinde nasıl bir etki yapar? Obez çocuklarda ergenlik normalden erken başlar. Şişman kız çocuklarında ergenliğin erken başlamasının yanında, kıllanma ve adet düzensizlikleri de görülebilir. Aşırı obez olan çocuklarda, ergenlik gecikmesine de rastlanabilir. Obezite görülme sıklığı, kış ve sonbahar aylarında artar. En az yaz ve ilkbahar aylarında görülür. Obezite, kalabalık yaşamın kaçınılmaz olduğu büyük metropollerde daha sık görülmektedir. Bu olay ekonomik durumdan bağımsızdır. Daha az yoğunlukta insanların yaşadığı yerlerde, daha az sıklıkta görülmektedir. Tek çocuklu ailelerde risk daha fazladır. Ailenin birey sayısı arttıkça, obezite riski azalmaktadır. AŞIRISI ZARARLI! * Ergenlerin diyet ürünler tüketmesi doğru mudur? Yapay tatlandırıcıların kullanıldığı light yani diyet ürünlerin tüketiminin doğru olup olmadığı, bana en sık sorulan sorular arasındadır. Meşrubat, yoğurt ve dondurma gibi gittikçe artan sayıda ürün, artık şeker yerine sakarin ve aspartam gibi yapay tatlandırıcılar içermektedir. Bunlar vücut tarafından emilmezler ve kalori alımına yol açmazlar. Diyet ürünleri özellikle diyabetli çocuklar ve ergenler tüketilebilir. Ancak bu tür gıdaların sürekli tüketilmemesi gerekir. Çünkü bu tatlandırıcılar çocukları, tatlıları tercih eden bir damak tadı geliştirmeye ve normalden fazla yemeye yönlendirebilmektedir. Yapılan araştırmalarda, diyet ürünlerin zararlı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunamamıştır. Ancak bu tür ürünler fazla miktarda tüketildiklerinde, alerjiye sebep olabilirler. Bu nedenle bunların tüketim miktarına çok dikkat etmek gerekir. Aspartam türü tatlandırıcılar fazla miktarda tüketildiklerinde, hafif unutkanlıklara bile neden olabilir.
Kaynak:Sabah
Acıbadem Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi, Büyüme ve Ergenlik Bölüm Sorumlusu Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, ergenlik dönemindeki gençlerin beslenme sorunlarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı: * Ergenlik dönemindeki gençlerin beslenmesinde nelere dikkat edilmeli? Ergenlerde terleme arttığı için bol su içmeleri gerekir. Başta ABD ve Kanada olmak üzere birçok gelişmiş ülke, ergenlere D vitamini desteği önermektedir. D vitamininin aktif hale gelmesi için güneş ışığına ihtiyaç vardır. Ergenler güneş ışığından yeterince faydalanmalıdır. Et, balık, tavuk, yumurta ve kurubaklagillerin içinde bulunduğu protein grubundan günde en az iki porsiyon almak gerekir. Bir öğünde balık, et, tavuk veya yumurta; diğer öğünde ise baklagiller tercih edilirse, günlük ihtiyaç karşılanır. Her gün iki su bardağı süt içmek dengeli beslenmek için ilk koşuldur. Süt yerine aynı miktarda yoğurt da yenebilir. İki kibrit kutusu kadar beyaz peynir, bir su bardağı sütle eşdeğerdir. Bir öğün peynir, bir öğün süt veya yoğurt alınarak, bu gruba duyulan gereksinim karşılanabilir. Sebze ve meyve grubundan günde en az üç porsiyon alınmalıdır. Bir günde iki adet meyve ve bir salata yendiğinde, bu gruba olan gereksinim karşılanmış olur. Sebze yemekleri de sıklıkla tüketilmelidir. Yeşil yapraklı sebzeler ve turunçgiller vitamin ve mineral yönünden zengindir. Ayrıca, her öğünde bir-iki dilim ekmek ve öğünlerden birinde pilav veya makarna da yenebilir. HAREKET ETMEK ŞART! * Gençlik döneminde alınan kilolardan kurtulmak için ne yapmak gerekir? Obez ergenlerin, obezitelerinden ergenlik döneminde kurtulmaları gerekir. Aksi taktirde, her 10 ergenin 7'si erişkin hayatına obez olarak devam eder. Ergenlik döneminde düzenli beslenmenin ve hareketin çok fazla önemi vardır. Fast-food ve bilgisayar, ergenlerin hayatına bu kadar çok girmişken, ailelerin mutlaka ergenlerin yaşam tarzına hareketi sokmaları gerekir. KÜÇÜK AİLEDE RİSK FAZLA * Obezite ergenlik dönemi üzerinde nasıl bir etki yapar? Obez çocuklarda ergenlik normalden erken başlar. Şişman kız çocuklarında ergenliğin erken başlamasının yanında, kıllanma ve adet düzensizlikleri de görülebilir. Aşırı obez olan çocuklarda, ergenlik gecikmesine de rastlanabilir. Obezite görülme sıklığı, kış ve sonbahar aylarında artar. En az yaz ve ilkbahar aylarında görülür. Obezite, kalabalık yaşamın kaçınılmaz olduğu büyük metropollerde daha sık görülmektedir. Bu olay ekonomik durumdan bağımsızdır. Daha az yoğunlukta insanların yaşadığı yerlerde, daha az sıklıkta görülmektedir. Tek çocuklu ailelerde risk daha fazladır. Ailenin birey sayısı arttıkça, obezite riski azalmaktadır. AŞIRISI ZARARLI! * Ergenlerin diyet ürünler tüketmesi doğru mudur? Yapay tatlandırıcıların kullanıldığı light yani diyet ürünlerin tüketiminin doğru olup olmadığı, bana en sık sorulan sorular arasındadır. Meşrubat, yoğurt ve dondurma gibi gittikçe artan sayıda ürün, artık şeker yerine sakarin ve aspartam gibi yapay tatlandırıcılar içermektedir. Bunlar vücut tarafından emilmezler ve kalori alımına yol açmazlar. Diyet ürünleri özellikle diyabetli çocuklar ve ergenler tüketilebilir. Ancak bu tür gıdaların sürekli tüketilmemesi gerekir. Çünkü bu tatlandırıcılar çocukları, tatlıları tercih eden bir damak tadı geliştirmeye ve normalden fazla yemeye yönlendirebilmektedir. Yapılan araştırmalarda, diyet ürünlerin zararlı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunamamıştır. Ancak bu tür ürünler fazla miktarda tüketildiklerinde, alerjiye sebep olabilirler. Bu nedenle bunların tüketim miktarına çok dikkat etmek gerekir. Aspartam türü tatlandırıcılar fazla miktarda tüketildiklerinde, hafif unutkanlıklara bile neden olabilir.
Kaynak:Sabah
Öpücüğün şifresi çözüldü
Sert, hızlı, nazik ya da erotik fark etmez. Onun öpüşme şekli cinsel arzuları hakkında size ipucu verecektir. Dudaklarının size ne söylemek istediğini keşfedin...
Şehvetli öpücükYumuşak, yavaş ve tahrik edici mi? Bu tür bir öpücüğün tüm duyularınızı harekete geçireceğinden kuşkunuz olmasın. Elleri vücudunuzda dolaşırken dudakları da sizinkilerin üzerinde nazikçe hareket edecektir.
Sizin ihtiyaçlarınıza öncelik vereceğinden emin olabilirsiniz. Tabii siz de onu unutmayın. Kollarına sıkıca sarılarak ya da öperek heyecanını artırın. Çekingen öpücükKararsız bir öpücük saflık göstergesi olabileceği gibi, ortamı nasıl alevlendireceğinden emin olmadığını da gösterebilir. Eğer duygularınızdan eminseniz ona yeşil ışık yakması gereken sizsiniz.
Onu daha sert bir şekilde öperek karşılık verin. Ellerini vücudunuzda özel bir yere koyun, örneğin kalçalarınıza. Bu sizin onu istediğinizi gösterir ve ona bir sonraki adımı atması için cesaret verir.Tahrik edici öpücükAlt dudağınızı hafifçe ısırıyor, kendine doğru çekiyor ya da dudaklarınız haricinde sizi her yerinizden öpüyorsa sizi tahrik etmeye çalışıyor demektir. Bu keyfinin yerinde ve sizi de bu havaya sokmaya çalıştığını gösterir.
Siz de gönüllü olduğunuzu belli etmek için onu ne kadar çok arzuladığınızı söyleyin ve daha önce denemediğiniz yeni bir şeyler önerin. Bu küçük oyunlarının sizi tahrik ettiğini bilmek onun da hoşuna gidecektir.Sert öpücükYüzünüzü tahriş edercesine öpüyor ve tutkulu bir şekilde sizi kendine çekiyorsa aynı sert tutumunun yatakta da devam edeceğinden kuşkunuz olmasın.Geri çekilin , gözlerinin içine bakın ve nazlı bir tavırla yavaşlamasını söyleyin.
Yine hızlanırsa tekrar geri çekilin. Böylece sizi elde etmek için biraz daha nazik olmasının yeterli olacağını bilecektir
Kaynak:Ensonhaber
Şehvetli öpücükYumuşak, yavaş ve tahrik edici mi? Bu tür bir öpücüğün tüm duyularınızı harekete geçireceğinden kuşkunuz olmasın. Elleri vücudunuzda dolaşırken dudakları da sizinkilerin üzerinde nazikçe hareket edecektir.
Sizin ihtiyaçlarınıza öncelik vereceğinden emin olabilirsiniz. Tabii siz de onu unutmayın. Kollarına sıkıca sarılarak ya da öperek heyecanını artırın. Çekingen öpücükKararsız bir öpücük saflık göstergesi olabileceği gibi, ortamı nasıl alevlendireceğinden emin olmadığını da gösterebilir. Eğer duygularınızdan eminseniz ona yeşil ışık yakması gereken sizsiniz.
Onu daha sert bir şekilde öperek karşılık verin. Ellerini vücudunuzda özel bir yere koyun, örneğin kalçalarınıza. Bu sizin onu istediğinizi gösterir ve ona bir sonraki adımı atması için cesaret verir.Tahrik edici öpücükAlt dudağınızı hafifçe ısırıyor, kendine doğru çekiyor ya da dudaklarınız haricinde sizi her yerinizden öpüyorsa sizi tahrik etmeye çalışıyor demektir. Bu keyfinin yerinde ve sizi de bu havaya sokmaya çalıştığını gösterir.
Siz de gönüllü olduğunuzu belli etmek için onu ne kadar çok arzuladığınızı söyleyin ve daha önce denemediğiniz yeni bir şeyler önerin. Bu küçük oyunlarının sizi tahrik ettiğini bilmek onun da hoşuna gidecektir.Sert öpücükYüzünüzü tahriş edercesine öpüyor ve tutkulu bir şekilde sizi kendine çekiyorsa aynı sert tutumunun yatakta da devam edeceğinden kuşkunuz olmasın.Geri çekilin , gözlerinin içine bakın ve nazlı bir tavırla yavaşlamasını söyleyin.
Yine hızlanırsa tekrar geri çekilin. Böylece sizi elde etmek için biraz daha nazik olmasının yeterli olacağını bilecektir
Kaynak:Ensonhaber
Çayların besin değeri var mı
Sabah kahvaltısında demleme çay, benim için güne iyi başlamanın önemli bir parçası. Şekersiz içtiğim için çok koyu tercih etmiyorum ama sabahları çay içmeyi çok seviyorum. Çayın yanına sabahları ekmek, peynir ve zeytin; öğleden sonraları ise kuru meyve ekliyorum. Bir de akşam yemeğinden sonra keyif yaparken yeşil çay ve kuru yaban mersini harika bir ikili oluyor. Yeşil çay ve siyah çay arasında ne fark var? Çayın besin değeri var mı? Çay uyku kaçırır mı? gibi sorularla zaman zaman karşılaşıyorum bu sebeple bugün bu konulara değinmek istedim.Çay yapraklarından, siyah ve yeşil olmak üzere iki tip çay elde edilir son yıllarda yeşil çay tüketimi artsa da ülkemizde en çok tüketilen tip, siyah çaydır. Siyah çay polifenollerin enzimatik oksidasyonuyla elde edilir. Yeşil çayda ise çaydaki enzimler etkisizleştirilerek, polifenollerin oksidasyonu önlenir.
Siyah çay: Siyah çay, paketlenmiş kuru çayın sıcak suda demlenmesiyle hazırlanır. Demlenme sırasında kafein, organik asitler, polifenol türevleri ve minerallerin bir kısmı suya geçer. Demlenme süresi uzadıkça, bu öğelerin suya geçen miktarları da artar. Böylece çayın rengi koyulaşır ve tadı acır. Çayın tadı polifenol türevleri ve kafeinden kaynaklanır.
Yeşil çay: Yeşil çay, Çin ve Japonya gibi ülkelerde yaygın olarak kullanılır. Yeşil çayın aminoasit içeriği siyah çaydan yüksek, polifenol içeriği ise düşüktür. Yeşil çayın kafein içeriği de siyah çaydan düşüktür. Yeşil çay da siyah çay gibi demlenerek hazırlanır. Çay yapraklarının suda çözünür bölümlerinin ayrılmasıyla toz halinde “poşet çay” hazırlanır. Poşet çayın kafein içeriği, normal siyah çaydan biraz daha düşüktür.
Çayın besin değeri: Demlenme sırasında suya geçebilen öğelerinden yararlanılır. Bunun başında kafein gelir. İki - üç dakika 180 mililitre kaynar suyla demlenmiş çayda, 30 miligram civarında kafein bulunur. Demlenme süresi uzadıkça, bu miktar yaklaşık 60 miligrama çıkabilir. İçilen sade çayda protein, yağ ve karbonhidrat gibi makro besin öğeleri hemen hemen yoktur. Çay, minerallerden potasyum ve flor için önemli kaynak sayılabilir. Bir fincan çay 60 - 70 miligram potasyum ve 0.10 - 0.12 miligram flor sağlar. Çay manganez açısından zengindir. Bir fincan çaydaki miktarı 0.1 - 0.3 miligram arasında değişir. Çay, kafein içeriğinden dolayı “uyuklamayı önleyici”, “kişiyi daha uyanık ve dikkatli duruma getirici” olarak bilinir. Ancak kafeinin sinir sistemi üzerine olan uyarıcı etkisi bireyden bireye değişir her bireye bu etkiyi yapmayabilir. Araştırmalarda, bazı kişiler, 150 - 200 miligram kafein aldıklarında rahat uyuyamadıklarını belirtmiştir. Bunun yanında, sürekli kafeinli içecek alanlarda uyku bozukluğu gözlenmemiştir. Buna göre, bireyler kafeine alışkanlık geliştirmektedir. Bu nedenle, bazı kişiler alışkın oldukları içimde çay ya da kahve alamadıklarında, huzursuzluk ve baş ağrısı gibi belirtilerden yakınmışlardır. Kafeinli içecek verildiğinde, bu belirtiler ortadan kalkar. Ancak bu alışkanlık, bağımlılık niteliğinde kabul edilmemektedir.
Kaynak:Ensonhaber
Siyah çay: Siyah çay, paketlenmiş kuru çayın sıcak suda demlenmesiyle hazırlanır. Demlenme sırasında kafein, organik asitler, polifenol türevleri ve minerallerin bir kısmı suya geçer. Demlenme süresi uzadıkça, bu öğelerin suya geçen miktarları da artar. Böylece çayın rengi koyulaşır ve tadı acır. Çayın tadı polifenol türevleri ve kafeinden kaynaklanır.
Yeşil çay: Yeşil çay, Çin ve Japonya gibi ülkelerde yaygın olarak kullanılır. Yeşil çayın aminoasit içeriği siyah çaydan yüksek, polifenol içeriği ise düşüktür. Yeşil çayın kafein içeriği de siyah çaydan düşüktür. Yeşil çay da siyah çay gibi demlenerek hazırlanır. Çay yapraklarının suda çözünür bölümlerinin ayrılmasıyla toz halinde “poşet çay” hazırlanır. Poşet çayın kafein içeriği, normal siyah çaydan biraz daha düşüktür.
Çayın besin değeri: Demlenme sırasında suya geçebilen öğelerinden yararlanılır. Bunun başında kafein gelir. İki - üç dakika 180 mililitre kaynar suyla demlenmiş çayda, 30 miligram civarında kafein bulunur. Demlenme süresi uzadıkça, bu miktar yaklaşık 60 miligrama çıkabilir. İçilen sade çayda protein, yağ ve karbonhidrat gibi makro besin öğeleri hemen hemen yoktur. Çay, minerallerden potasyum ve flor için önemli kaynak sayılabilir. Bir fincan çay 60 - 70 miligram potasyum ve 0.10 - 0.12 miligram flor sağlar. Çay manganez açısından zengindir. Bir fincan çaydaki miktarı 0.1 - 0.3 miligram arasında değişir. Çay, kafein içeriğinden dolayı “uyuklamayı önleyici”, “kişiyi daha uyanık ve dikkatli duruma getirici” olarak bilinir. Ancak kafeinin sinir sistemi üzerine olan uyarıcı etkisi bireyden bireye değişir her bireye bu etkiyi yapmayabilir. Araştırmalarda, bazı kişiler, 150 - 200 miligram kafein aldıklarında rahat uyuyamadıklarını belirtmiştir. Bunun yanında, sürekli kafeinli içecek alanlarda uyku bozukluğu gözlenmemiştir. Buna göre, bireyler kafeine alışkanlık geliştirmektedir. Bu nedenle, bazı kişiler alışkın oldukları içimde çay ya da kahve alamadıklarında, huzursuzluk ve baş ağrısı gibi belirtilerden yakınmışlardır. Kafeinli içecek verildiğinde, bu belirtiler ortadan kalkar. Ancak bu alışkanlık, bağımlılık niteliğinde kabul edilmemektedir.
Kaynak:Ensonhaber
İşte size bitkisel viagra
Zencefil, dalları kullanılan sarı renkli bir bitkidir. Öksürüğe iyi gelir. Yemeklere baharat olarak katılan ya da balla karıştırılıp yenilen zencefil afrodizyak etkisi yapıyor. Cinsel soğukluğu giderip vücudu canlandırıyor. Tarçın kokusuna benzeyen özel kokulu zencefil yemeklerde lezzet vermek amacıyla randele olarak kullanılıyor. Mide bulantısı, şişkinlik, öksürük ve bronşite iyi gelir. Derideki lekeleri giderir. Zencefil'in bir diğer özelliği ise cinsel fonksiyonları düzenleyici etkisinin olmasıdır. Dumankaya, cinsel güçlendirici formüllerini açıkladı.
Günde 2 kaşık Malzemeler:
50 gr antep fıstığı
50 gr soya fasülye
25 gr çam fıstığı
25 gr ceviz içi
20 gr polen tozu
10 gr tarçın tozu
10 gr zencefil
10 gr zerdeçal
10 gr üzüm çekirdeği
2 kilo iyi bal.
Uygulama: Malzemeleri bir kase içinde karıştırın. Sabah ve gece yatmadan önce 1 çorba kaşığı yiyin.
kaynak :Bugün
Günde 2 kaşık Malzemeler:
50 gr antep fıstığı
50 gr soya fasülye
25 gr çam fıstığı
25 gr ceviz içi
20 gr polen tozu
10 gr tarçın tozu
10 gr zencefil
10 gr zerdeçal
10 gr üzüm çekirdeği
2 kilo iyi bal.
Uygulama: Malzemeleri bir kase içinde karıştırın. Sabah ve gece yatmadan önce 1 çorba kaşığı yiyin.
kaynak :Bugün
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)